Envantersiz müzeler ve arşivler
Geçtiğimiz günlerde bir milletvekili müzelerimizdeki bir kısım eserlerin envantersiz olduğunu, envanterli olanların ise sahte olabileceği kuşku ya da iddialarını dile getirdi. Hatta bu eserlerin arasında Topkapı Müzesi’nde teşhir edilen Kaşıkçı Elması ile Mimar Sinan Üniversitesine bağlı bir müzeden de söz etti.
Bu tür iddialar, bu coğrafyanın dışında dünyanın birçok ülkesinde karşılığını bulup bir dizi tartışmaların ateşleyicisi olur. Bizde ise, deyim yerinde ise “tısss” yok…
Ne yazık ki gündemin daha önemli, yaşamsal açıdan daha zorlayıcı sorunlarının bir çığ gibi büyüyerek belirli kesimlerin üzerinden bir silindir gibi ezip geçtiği bir ortamda, her zaman yinelediğim gibi müze ve arşivlerden söz etmem biraz garipsenir, hatta kimi kesimler tarafından eleştirilebilir. Tabii buna da bir diyeceğimiz olmaz. Okur her zaman haklıdır…
Ama bu tür konuların/sorunların üzerine inat ve ısrarla gitmemizin birçok nedeni var. İlki; bu gazetede bana verilen köşe, kültür-sanat sayfasında. Bunun dışına çıkarak bir başka konularda yazmam, hem benim o konulara uzaklığımdan, hem de bana verilen yerin dışına çıkarak bir başka uzmanların sahasına girmem gibi, gazetecilikte pek uygun –doğrusu etik olacak- bir durum değildir.
İnatla bu konunun, yani müzecilik, arşivcilik, tarihi eser kaçakçılığı ve sahtecilik üzerine eğilmemizin bir diğer nedeni ise; yoğun gündemden dolayı bu tür olguların ıskalanması, yalnızca çok az kişinin derdi olmasından dolayıdır. Oysaki bazen de tarihe not düşmek gerekir…
Gün geçmiyor ki, sözünü ettiğimiz konular hakkında bir olay, bir iddia ya da bir kuşku olmasın. Birileri korumak, sahip çıkmak isterken, bir diğerleri de geleceğe bırakılan bu mirası yağmalamanın, yok etmenin, kişisel çıkarları ve beklentileri dışında dağıtmanın, hoyratça harcamanın peşinde…
Peki, bu işler bu denli kolay mı? Oysaki Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 21/03/2001 tarihinde yürürlüğe giren “Müzecilik Kılavuzu’nun amaç kısmında aynen şöyle denilmektedir: Bu kılavuzun amacı 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu, 832 sayılı Sayıştay Kanunu ve 3386 sayılı kanun ile değişik 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kanunu kapsamına giren korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlıklarının envanteri ve ayniyat işlerinin müzelerce nasıl yapılacağına ilişkin esas ve usulleri tespit etmek, uygulamada birliği oluşturmak müzelerde ve ören yerlerinde bulunan taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının her türlü tehlikeye karşı korunması ve bunun için tüm olanakların kullanarak gerekli önlemlerin alınmasını sağlamaktır.
İster araştırma sondaj ve kazı yoluyla, ister satın alma, bağış, devir ya da bir başka yolla müze/arşivlere giren her şeyin envanteri olmak, envanter defterine kaydedilmek zorundadır. Yani hiçbir müzede envanteri olmayan, envanter defterine işlenmemiş hiçbir eser olmaz. Olması da mümkün değildir. Ayrıca müzelerde bulunması gereken defter yalnızca envanter defteri değildir. Başta arkeolojik ve etnografik eser envanter defteri, müze ön envanter defteri, demirbaş defteri, teftiş defteri, evrak zimmet defteri, ambar defteri, depo giriş defteri, anahtar teslim defteri olmak üzere yaklaşık otuza yaktın –galiba 26 tane olacak- defterin olması zorunludur.
Şimdi merak ediyoruz, onca defter varken bir eser, niye bu defterlerden bırakın 26’sını bir yana, bir tekine bile işlenmez… İşlenmediği tespit edilmez… Tespit edildiği zaman da hiçbir şey yapılmaz?
Ya da ülkemizin göz bebeği olup da –çeşitli bahanelerle- yok edilen uluslararası bir arşivimizde bu defterlerden biri, tek biri bile, neden olmaz? Devir teslimler bile envantersiz yapılır. Birisi olmayan (ya da eksik olan) bir şeyi verir gibi yapar, bir diğeri de onu alır gibi… Kaybolan bir eser çıkarsa da, veren verdim, alan ise almadım der… Gel çık işin içinden. Çıkabilirsen…
Bağışlayın beni ama, inanın tüm bunlar dert oluyor insana…