Erasmus ve Zuckerberg’in yerli gözdeleri vites yükseltirken
Şimdi anladınız mı Avrupa’nın ve ABD’nin Türkiye’deki “hayranlarına” akıttıkları milyonlarca dolar ve avronun sebebini? Kendilerinin NGO, bizim de STK dediğimiz o her telden çalan, devlete alternatif olarak kurdurdukları, sayısı ve yöneticisi belirsiz derneklerinin varlık sebebini? Açtıkları sınavlarla test edip, çocuklarımızdan ve gençlerimizden en parlak olanlarını, Erasmus ya da AFS (American Field Service) tarzındaki öğrenci değişim programları ile kendi kültürlerini aşılayıp, bazılarını yıllar sonra kullanıma sokacakları elemanlar haline getirdiklerini?
Tam 150 sene önce, başta İstanbul olmak üzere, rahmetli Tevfik Çavdar hocamızın kitabında belirttiği üzere, 400’e yakın Amerikan Koleji açmalarının sebebini, biraz da olsa görebilmektesiniz inşallah artık. Bu okullar içinde, son kalıntılarından olan Tarsus Amerikan Kolejinden mezun, bizim de pırıl pırıl arkadaşlarımız var. Bütün parlaklıklarına rağmen, memleket meselelerinde kafalarının çeşitli derecelerde karışık olduğunu da belirtmem gerek. Bu, aynen bir zamanların Robert Koleji olup, şimdilerde Boğaziçi Üniversitesi olarak yoluna devam eden üniversitemizin, neden olup da sürekli problemlerin kaynağı olarak ortaya çıkarıldığını da açıklar eminim. Elbette buralardan mezun olan memleket sevdalıları da var. Ama bizim sözümüz, genele işaret etmektedir. Yoksa, ABD’deki kiliselerin çatı kuruluşu olan Amerikan Dış Misyon Komisyonu Kurulu’nun, onbin kilometre ötelerdeki, ayağı şalvarlı Türk gençlerini aydınlatmak ve onları “çağdaş medeniyete” kazandırmak gibi bir ulvi amacı olmadığını bilmek için, uzay mühendisi olmaya gerek yoktur. Tüm o çabalar, bugünküne ve buna benzeyen kritik zamanlarımız için yapıldı.
İKİ OKYANUS ÖTESİNDEN FIŞKIRAN TÜRK SEVGİSİ Mİ?
O milyonlarca dolarlar, fakir fukara Amerikan halkından kesilip, bizim fakir fukara gençlerimizin beyinlerinin yeniden yapılandırılması amacı ile kullanıldı. Bunda başarılı oldular mı? Herhalde oldular ki, Robert Koleji’nin ilk mezunları, Bulgar ve Yunan çetecileri haline gelip Türklerin Balkanlardan sürülmesinin liderliklerini yaptılar. Bazı başkaları, Ermeni Taşnak Partisi gibi terör örgütlerinin teorisyenliğini yapıp Osmanlı’nın ve sonuçta Türkiye’nin başına Ermeni sorununu hediye ettiler. Ve bu konuda hala bizlere dert yaratan bazı isimlerin, yine bu kaynaklardan geldiğini de unutmamak gerek.
Amerikan tipi eğitimin ve müfredatın harfiyen uygulandığı, Amerikalı hocaların eğitiminden geçirilmiş bir sürü parlak Türk gencinin, siyasi alanda nasıl olup da Amerikancı veya Batıcı olduğunu açıklamanın başka bir yolu mümkün de değildir. Aslında bu yöntem sadece Türk gençlerinin devşirilmesi ile sınırlı değil ki! Brezilya’dan tutun, Filipinler’e, Şili’den’den tutun Hindistan’a buna benzer sömürgeci eğitim yöntemleri ile ülkelerin en parlak gençlerini, kendi ihtiyaçlarına göre hazırlayıp, gerektiğinde tepe tepe kullanma makinaları yaratmadılar mı, ta koloniler döneminden beri?
Orhan Pamuk’a verilen Nobel Ödülünün, gazetecilik tahsili için Amerika’ya, Almanya’ya götürülen değersiz kalemlere sunulan, “prime time” gazete köşeleri ve televizyon saatlerinin sebebine kafanız basıyor mu artık? İki kelimeyi bir araya getiremeyen, ama her konuda uzman olarak sahada ön saflara sürülen bu devşirmelerin, kendilerine yapılan masrafların bedelini ödüyor olduklarını tahmin edebiliyor musunuz şimdilerde?
BEDAVA KULLANDIRILAN DEPONUN FATURASI NE OLA Kİ?
Yirmi yaşındaki Mark Zuckerberg adlı gencin “icat ettiği” zannedilen Facebook tarzı sosyal medya bataklıklarının, tam da buna benzer günler için milyarlarca dolar fonlarla, reklam gelirleri ile beslendiklerini biraz da olsa sezebilmekte misiniz artık? Yoksa hala, Facebook ve diğer sosyal medya adındaki zehirli elmalı şekerlerin, sizlere babanızın-ananızın yüzü suyu hürmetine, bedavadan sunulduğunu ve tepe tepe bir kuruş bile almadan, günde 24 saat kullandırıldığını mı hayal etmektesiniz? Oraya koyduğunuz fotoğraflar, yazdığınız yorumlar, tüm kişisel bilgilerinizin “depolama” masraflarının bile ne kadar olduğunu bilebiliyor musunuz? Neden oluyor da “sevgili Mark’ınızın” bu depo parasını bari olsa, sizden talep etmediğini kırk yılda bir bile olsa hiç düşünüyor musunuz?
Bu Mark adındaki arkadaşın, Türkiye’nin yerini dünya haritasında doğru olarak gösterebileceğine bile inanmadığımızı ifade edelim. Ama nedense, Ayşe’siyle Ali’siyle hepimizi o kadar sevmekte ki bu zatlar, bizlere tepe tepe kullandırmakta Facebook ve benzeri alet edevatlarını. Hiç düşünüyor musunuz, Mark’ın bu Türkiye (veya başka milletler) aşkı nereden gelebilir diye? Bugünlerdeki deprem gibi durumlarda, bizleri birbirimize düşürüp, aynen Çaldıran meydan savaşı türünden bir Facebook Savaşı yarattığını görebiliyor musunuz? Bununla övünç mu duyuyorsunuz? Mark’ın size bağışladığı bir “özgür basın bataklığında” sesinizi günde 24 saat duyurabileceğinizi düşünüp, kendinizi birer Cumhurbaşkanı filan olarak mı hissetmektesiniz? “Facebook’tan devlet yöneticiliği” diye bir mevki icat edildi de, bizlerin mi haberi olmadı yoksa?
TOKMAĞI YABANCI ELLERDEKİ DAVUL HANGİ HAVAYI ÇALAR?
Ya o milyarlarca dolarlık ve avroluk fonlarla başımıza bela edilen dernekler, yayın kuruluşları, medyatavalar, Youtube kanalları, Kalkınma Ajansları, Netflixler, TilkiTVler? Bizler, bir gazete ya da televizyon kanalı, güya okuyucusu veya seyircisi varsa hayatta kalabilir diye biliyorduk. Aydınlık Gazetesinin 1978’deki ilk yayın günlerinden bize öğretilen ve Babıali semtindeki gazete binamiza kocaman kazanlarla yemek taşırken pratiğini yaptığımız, “halka güvenmek” denen şeyden, bu yeni yetmelerin haberi bile yok galiba? Avrupa’dan alacakları fonlarla gazetecilik yapacaklar, ama davulun tokmağını elinde tutanın havasını çalacaklar! Aynen olan da budur bugün. New York Times, Washington Post, Financial Times, Economist, CNN, BBC adlı Batı’nın yalan haber kaynaklarının, Türkiye’de büro filan açmalarına hiç gerek kalmamıştır artık. Bu fonları ile besleyip büyüttükleri yeni ve sözde “yerli” habercilerini, güle oynaya ve tepe tepe kullanabilirler, ve zaten kullanıyorlar da. Çünkü, bu “yerlilerin” çaldıkları davulun tokmağı, aynen ceplerine koydukları dolarlar ve avrolar gibi onların elindedir nasıl olsa. Parayı verenin düdüğü çaldırdığı bir zamandayız. Ama onlara bir de Ali Kemal adında birini hatırlatmak isteriz. O, Kurtuluş Savaşımızın daha başlarında İngiliz Seviciler Cemiyetinin düdüğünü çalarken, cezasını bulmuştu. Bugünkülerin de Avrupa-Amerika seviciliklerinin bir faturası olacaktır, ödeme günü geldiğinde.