Erdemli olmak ve aydın tutumu
Kısa bir süre önce okuduğum “Hey Türkiye Nasılsın?” adlı yapıt çeşitli çağrışımlara yol açtı.
Orhan Bursalı, kitabında Türkiye’nin rötgenini çekmiş. Dünyada yerimizi karşılaştırmalı olarak sergilemiş. Tam bir başvuru kitabı. Mümtaz bir jandarma subayı olan Mustafa Önsel’in kitabında çok doğru olarak yazdığı gibi, Bursalı Balyoz Davasının Emile Zola'sıdır. (1)
Aydın tavrının ne olduğunu, rejimi dönüştürmeyi amaçlayan isimli davalara ilişkin tutumuyla net olarak ortaya koymuştur. Sanırım herkese şunu öğretmiştir: Olana bakmak ve gördüğünü cesaretle söylemek.
Bu tavırdan zerrece nasibini almamış ve kendisini gazeteci ya da TV yorumcusu olarak takdim eden bir kısım zevat ; Ergenekon, Balyoz vb. davalardaki tutumlarıyla, haysiyet cellatlığı yapan polis, yargı mensubu ve bürokrata alkış tutarak algı yönetimine katkıda bulunmuş ve sahtelikleri halkımıza hakikat diye yutturmaya çalışmıştır. Başarılı olduklarını da söylemek lazım. Bunları ne karşılığında yaptıkları giderek aydınlanıyor: maddi menfaat. Bunu anlamak mümkün. Ama muhalefet partilerinin bu tertipçilere sahip çıkar bir görüntü sergilemeleri utanç vericidir. Durumu kendilerine hatırlatırım.
Gerçeklerin açığa çıkmak gibi kötü alışkanlıkları vardır
Oysa gerçek açığa çıkıyor.
En son Mehmet Metiner, Zir Vadisi’ne gömülen mühimmatı ve Ümraniye’ye saklanan el bombalarını kimlerin oralara koyduklarını bildiklerini belirtmiş ve Cematçi polislerin rolünü açıklamıştır (CNNTürk, 5N1K,26 Şubat 2014). Ama Oktay Yıldırım ve Mustafa Dönmez içeride yatmaya devam ediyorlar. Rezil bir durum. Gerçek açığa çıkıyor ama kendini kabul ettirmesi zaman alıyor.
Kitaba dönersek...
Bursalı’nın çağrıştırdığı ilk husus, Yılmaz Esmer’in Türkiye Değerler Araştırması’na ilişkin bulgulardan birisine ait: “ Türk halkı, toplu bir dilekçeye imza atmaktan bile ciddi boyutlarda çekiniyor. ‘Kesinlikle toplu bir dilekçe imzalamam’ diyenler, 1990’dan bu yana % olarak en yüksek düzeye ulaştı:
1990 : % 46
2011 : % 61”(2)
Yazar artan korkuya vurgu yapıyor.
Bu tespit beni Hadımköy günlerine götürdü.
Misyon basınının “ Camilerimizi bombalayacaklardı” yalanını, üst düzey askeri yöneticilerin halka anlatma gibi bir gayretinin olmayacağı anlaşıldıktan ve ilgili mahkemenin de en temel işlevinin “gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek ve öyle karar vermek” olduğu görüldükten sonra; tutuklular olarak hakikati halkımıza anlatma çabası içine girdik.
Yukarıda alıntıladığım bulguların tersine, tutuklular arasında büyük çoğunluk bu çalışmaya katıldı. Oran yaklaşık % 90’ın üzerindeydi.
Bundan iki çıkarımda bulunmak mümkün:
1. Eğitim arttıkça hassasiyet ve katılım artıyor.
2. Bana dokunmayan yılan bin yaşıyor ama yılan dokununca insanların tepkileri farklılaşıyor. Ama mesele yılan dokunmadan gerekli hassasiyeti gösterebilmektir.
O dönemin yaşanmışlıklarının birilerince yazılması, edebiyatımıza oldukça katkı sağlayacak mahiyettedir. Ana tema da “asker ve cesaret(sizlik)” olabilir. Çünkü ibretlik hikayeler yaşandı.
İnsani Gelişmişlik
İkincisi ülkemizin 90. sırada yer aldığı İnsani Gelişmişlik Endeksi (3) ile ilgili. Bu kadar geride olmamıza üzülüyoruz ama haldeki gibi yönetildiğimiz sürece sıralamada daha iyi bir yer bulmak sadece bir hayal: Kasaba zihniyetiyle yönetim, hırsızlık, keyfilik, hukuksuzluk, eğitimsizlik, dincilik, mezhepçilik, üretimsizlik, bölücülük, devlette liyakatten uzaklaşma vb. İnsanı insan yapan hiçbir niteliğin kendine hayat alanı bulamadığı apaçık.
Bu endekste uluslararası kabul gören 27 gösterge sıralamış. Biraz komik olacak ama buraya erdemli insan olmanın da bir parametre olarak girmesi uygun olur mu, diye düşündüm.
Bunu düşündürten de Kabataş yalanına gerçeklik algısı katan ama görüntüler ortaya çıkınca bundan çark eden ve hatasını itiraf eden İsmet Berkan oldu (Hürriyet, 15 Şubat 2014). Kendisinin olaydaki ilk tavrına yabancı değiliz. Balyoz davasına ilişkin yazdıkları da tahayyülerinin gerçek gibi sunulmasından ibaretti. “Cami bombalama” yalanını bizlerin hayal gücü ile ilişkilendirmesi, 1. Ordu’nun tanklarını (!) Trakya’dan Anadolu’ya göndermesi vb. (4) yanısıra darbe söylentilerinin hakikat olduğu algısı yaratması (Hürriyet, 25 Eylül 2012) bu tespiti yapma hakkını bize veriyor.
Will Rogers’in “Size zarar verecek olan, bilmediğiniz şey değil, bildiğiniz yanlış şeydir” sözü bile, erdemden yoksun olunduğunda yetersiz kalıyor.
Etik değerler yatırım bekliyor.
Bu nedenle Bursalı’ya önerim, kitabının yeni baskısına, belki ekler bölümüne, bir insanın gerçekten “insan” olabilmesi için ne gibi ilave vasıflar taşıması gerektiğini anlatan bir makale eklemesidir. İnsan olunmadan aydın da olunmuyor.
Erdem sadece isimlerde ya da soyadlarda kalmasa diyorum...
(1) Mustafa Önsel, Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu, İstanbul, 2013, Kaynak Yayınları, s. 24
(2) Orhan Bursalı, Hey Türkiye Nasılsın?, İstanbul, 2013, Cumhuriyet Kitapları, s. 56
(3) a.g.e., s . 134 vd.
(4) İsmet Berkan, “Asker Bize İktidarı Verir mi?” İstanbul, 2011, s.21, 23 vd.