Erdoğan’ın kadro sorunu
İki yıl içinde üçüncü Hazine ve Maliye Bakanı bu hafta göreve başladı. Kemal Unakıtan 7 yıl, Mehmet Şimşek 6 yıl Maliye Bakanlığı yapmışlardı. Benzer durum Merkez Bankası başkanları için de geçerli. Öncesinde 4-5 yıl görev yapan başkanlardan bir yıl görevde kalan başkanlar dönemine girdik.
2014 sonrasında Türkiye’nin içine girdiği dönem sadece FETÖ kumpasının açığa çıktığı, ardından ABD-PKK’nın planlarının bozulduğu bir dönem olmadı. Batı sistemi ile Türkiye arasında artan çelişme, giderek ekonomik ilişkilere bağlı sorunlara doğru tırmandı. Nasıl ki, 2014 sonrası dönem FETÖ’cü veya açılımcı kadrolarla yönetilemezse, Batı sistemine ekonomik bağımlılığa inanmış kadrolarla da yönetilemez ve yönetilemiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tam bağımsız Türkiye mesajları vermeye başladı. Ancak ortada bu sözden ne anlamamız gerektiğine ve bu hedefe nasıl varabileceğimize ilişkin somut bir yol haritası yok. Bu nedenle tam bağımsızlık hedefi siyaset düzlemine iki ihtiyacı doğuruyor. Birincisi Türkiye’yi tam bağımsızlık yoluna çıkartacak olan programın ilan edilmesidir. Tam bağımsızlığın ekonomik temelleri ne olacak? Kamu öncülüğünde karma ekonomi ve planlama olmadan serbest piyasa ile tam bağımsızlık oluyor mu? Gümrük Birliği sürecek mi? Rant gelirleri ne zaman, ne oranda vergilendirilecek? Normalde bu tür soruların cevaplanması için AK Parti’nin bir olağanüstü genel kongre toplaması ve bütün partinin üzerinde anlaştığı bir yol haritasının yani yeni bir programın partinin bilincine çıkarılması beklenirdi. Çünkü program, lider ve kadroların etrafında birleştiği kolektif iradeyi temsil eder. Partinin anladığı, benimsediği ve inşasına katıldığı için sonuna kadar savunduğu, tabiri caizse partinin kolektif bilincidir.
Fakat AK Parti, tipik bir lider partisi. Oyu lider alıyor, makamları lider dağıtıyor ve ne yapılması gerektiğini sadece o kararlaştırıyor. Bir program varsa bile bu liderin kafasının içinde. Geri kalan herkesin liderin söylediklerini keramet kabul etmesi yeterli bulunuyor ve programın ikamesi olarak görülüyor. Öte yandan bu parti, Türkiye’de sağ geleneğin yapısal bir zaafı olarak, teorik analiz, program inşası, kongre, çalıştay vb. işlerini “kervan yolda dizilir” pratikliği ile hafifsediği için, bilincin kolektif inşası konusunda pek duyarlı davranmıyor.
İkinci ihtiyaç, merkezi ve yerel kadroların yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun kimseler haline getirilmeleri ya da bu tür insanların bulunup devşirilmeleridir. Çünkü her siyaset, kadrolarla yürütülür. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı'da sosyal refah devletine geçiş kararı alındığında, liberal partilerin ekonomi-devlet ilişkisine dair bütün ezberleri Adam Smith ve David Ricardo gibi İngiliz iktisatçılarının serbest piyasa analizlerine dayanıyordu. Onlar için devletin ekonomiye müdahale etmesinden daha büyük bir günah yoktu. Üstelik bu büyük bir adaletsizlik anlamına da geliyordu. Liberal partiler sosyal devlet uygulamaları başlattılar ama yaptıkları işe inanmıyorlardı. Çünkü bu iş onların yüz yıllık ezberlerine aykırıydı, yıllar boyu şimdi yaptıkları işin yanlışlığını propaganda etmişlerdi. Yapılacak iş ortadaydı ama liberaller bu iş için uygun kadrolar değillerdi. İktidarı kaybettiler ve yerlerini sosyal demokratlara bıraktılar. 1970’lerin sonlarından itibaren sosyal devletin tasfiyesi gündeme geldiğinde bu kez iktidarda sosyal demokratlar vardı. Ancak tanrılar bu kez özelleştirme ve yıkım istiyorlardı. Özelleştirme türünden sosyal devlet aleyhine ilk uygulamaları sosyal demokrat hükümet yapmaya çalışsa da, bu inandıkları bir siyaset değildi. Yerlerini kısa bir süre içinde liberallere bıraktılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni stratejiye hazır, onu kavrayan ve uygulama iradesine sahip kadrolara sahip mi? Yoksa bugüne kadar neoliberal uygulamaların gerektirdiği kadroları mı buldu ve görevlendirdi? Hazine ve Maliye Bakanlarının hızlı eskitilmesi, partinin bir kadro sorunu yaşadığını ve yeni yönelime uyum sağlamakta güçlük çektiğini gösteren tipik bir örnektir. 2014’teki kırılmanın başlamasından önce AK Parti’nin izlediği strateji başka bir ekonomik ve siyasal temele oturuyordu. O programın kendi kadroları vardı ve istikrarlı şekilde görev yaptılar. Ancak son dönemde içine girilen yönelim günü kurtarmak amacıyla izlenen siyasetlere değil bambaşka bir stratejik yönelime işaret ediyorsa, henüz kendi programını ve kadrolarını aramayı sürdürüyor. Bu çözümsüz bir sorun değil. Aksine Türkiye’de tam bağımsızlık programının kadro birikimi neoliberal birikimden fazla.