Erdoğan'ın seçimi Trump mı Putin mi?
16 Nisan referandumu aslında 15 Temmuz’un devamı.
Adil Öksüz’ü arayan ABD Başkonsolosluğu, CIA Başkanı Pompeo’nun gelişi sonrası referandum ilanını da yaptırttı.
Şimdi de devletin kurumu Halk Bankası yöneticisini pusuya düşürüp tutukladılar.
FETÖ düşmanı ve fakat NATO odaklı siyaset erbabı, tehdidi Obama’dan gördü, kurtuluşu Trump ile bulacağını sandı.
Oysa Batı cephesinde değişen bir şey yok.
Trump’ın Rusya dostu tutumu sabun köpüğü gibi patladı.
Zaten onun Rus dostu olması bizim lehimize de değil.
Tek avantajı belki Suriye’de Esad’lı bir çözüm için Moskova ile ortak çalışması olabilirdi ama Trump derin devlet veyahut da müesses nizam dediğimiz yapının dayağını fena yedi, amiyane tabirle poposunun üstüne oturdu.
Ne Rusya dostu danışmanları kaldı, ne de hareket alanı.
‘Şimdi artık Trump sen de herkes gibisin’, Büyük Usta Nazım’ın dizeleriyle…
16 Nisan referandumu için AB ülkeleriyle papaz olduk.
Almanya ile başladı, Avusturya, Hollanda, Bulgaristan filan devam ediyor.
15 Temmuz’dan sonra oluşan o milli Yenikapı Ruhu’na el fatiha, ABD ile başkanlıkta anlaşıp, referandum için AB ülkelerinden oy devşirmeye “yes orrayt!”
Böyle bir dış politika olmaz.
Ülkeler düşman bile olsa, diplomaside çok özenli bir dil kullanmak zorundadır.
AKP’nin Irak’ın işgali ve Barzanistan’ı sahiplenmesi ile başlayan yanlış (Amerikancı) dış politikası, hep günlük iç siyasetler için kullanıldı.
Libya, Mısır, Suriye’nin yangın yerine dönmesi, İran ile mezhep üzerinden çatışma alanları yaratılması, Almanya’ya “Nazi”, Hollanda’ya “Faşist” suçlaması yapılması hep yanlış dış politika örnekleri.
Yunanistan ve Kıbrıs da ayrı bir facia.
Ama en büyük facia, Rusya’nın savaş uçağını düşürmek ve pilotunu da linç ettirmek oldu.
En Amerikancı, yanlış dış politika örneği buydu.
Davutoğlu ekibinin işiydi.
Ardından Rusya ile bir restorasyon süreci yaşadık.
Putin ve Erdoğan çok önemli işbirliklerine imza attı.
Öyle ki, ABD ve hempaları sırf bu yüzden FETÖ/NATO aparatçiklerine darbe girişimi bile yaptırttı.
Rusya ve İran ile ortak, Suriye için Astana Süreci başlattık.
Tak, Rusya Büyükelçisi FETÖ’cü polis tarafından kameralar önünde adeta şov yaparcasına öldürüldü.
Bu da büyük bir darbeydi, Türk Rus ilişkilerine.
Fırat Kalkanı yaptık doğru biçimde.
Ama Şam ve Moskova ile tam bir koordinasyon kurmadık.
Zoraki bir mutabakat ile yaptık.
Dolayısıyla Membiç operasyonu dediğimizde ortada kaldık.
Rusya başından beri Ankara’ya, Şam ile masaya oturmasını telkin etti.
Buna ısrarla yanaşmadık, arka kapıları kullandık.
Ama bana göre, en büyük darbe, Trump’a bel bağlayıp, İngiltere, İsrail ve Suudilerle, yeniden Esad, İran ve Rusya karşıtı politika sinyalleri vermek oldu.
ŞİÖ taraftarı başdanışman Cemil Ertem yerine, NATO’cu İlnur Çevik’e kulak verildi.
Oysa Suriye’den Barzani’ye enerji koridoru projesi, yani Ortadoğu gazının Avrupa’ya çıkarılması planı ABD patentliydi.
Rusya’nın doğal çıkarları, Avrupa’da kendisine rakip olacak böyle bir projeyle çelişiyor.
E biz de Suriye sınırımız boyunca yeni bir PKK oluşumuna karşıyız.
İran ki, Rusya ile çok yakın işbirliğinde, onun bile çıkarları aslında bizim kadar Rusya ile uyuşmuyor.
İran da Rusya gibi enerji ihracatçısı bir ülke, bir anlamda rakipler.
Ancak, İran doğru bir okumayla dış politikasında düşman güce karşı dayanışma ve mevzileri sıklaştırma stratejisini uyguluyor.
Afrin’deki Rus askerleri belki bize inat, Amerika’ya kıyak, YPG arması takıyor ama maksatları kesinlikle bir Kürt Devleti ya da koridoru değil.
Onlar Suriye rejimiyle ortak bir politikayla, aksine bu Amerikan koridorunu kesmeyi planlıyor.
Aynı bizim gibi.
Ama Ankara’nın dış politika pratiğine baktığımızda tam bir dağınıklık, başıboşluk görüyoruz.
Esad’a düşman ÖSO ile Fırat Kalkanı operasyonu yapmak akıllıca değildi.
Kerkük meselesinde de Türkiye tarihi politikalarını bir çırpıda çöpe atıyor.
Barzani ile üç beş kuruşluk ticaret yapacağız diye, Bağdat ile yapmamız gereken işbirliğini yok sayıyoruz.
Mısır hakeza.
Müslüman Kardeşler edebiyatından bir türlü kurtulamadık.
Suudi Arabistan’ın provokatör gölgesinden çıkamadık.
Gazze’yi boğan, ezanı yasaklayan İsrail ile bir anda can ciğer kuzu sarması olduk.
Aynı İsrail, neredeyse Suriye’de Rusya ile savaşacak. İran’a diş biliyor zaten.
Trump’la iyi geçineceğiz diye neredeyse Acem illerine sefer ilan edeceğiz.
Bakın Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu bu duruma nasıl isyan ediyor: “Şu sıralarda dış güçlerin yapmak istedikleri en büyük işlerden bir tanesi Türkiye ile İran’ı kapıştırmak, bir kavga çıkarmak. Şia düşmanlığı o kadar ileri gitti ki bir ara, biz bunu söylüyoruz diye Şiacı olduk. Başkaları da tam tersine ‘İlle de önce İran’la kavga etmeliyiz’ dedi.”
Tekrar etmekten dilimde tüy bitti.
Türkiye’nin yapması gereken şey, Suriye, İran, Irak, Azerbaycan, Lübnan ve Mısır ile Batı Asya Birliği kurmaktır.
Bunun için de en önce Rusya ile (ŞİÖ) gerçek manada bir stratejik işbirliğine girilmeli.
Çünkü hem çıkarlarımız, hem düşmanlarımız ortak.
Hele de şu tehlikeli dönemde Rusya’dan S400 füzelerini almamız elzem.
Ama bu son günlerdeki hızlı manevralar, aşırı söylemler, Ankara’nın güvenilirliğini, devlet ciddiyetini zedeliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ı değil, Putin’i kendine stratejik ortak ve dost olarak seçmelidir.
15 Temmuz, 16 Nisan gibi tuzaklardan kurtulmak için, ülkenin dirliği ve birliği için, Avrasya seçeneği artık bir seçim değil, mecburiyettir.
Batı odaklı yandaş veya muhalif medyadaki klasik İran ve Rusya düşmanlığı edebiyatını görmezden gelmeli ve gerçekten güven telkin etmelidir.
Büyük Atatürk’ün sofralarında en sevilen isimlerden Bal Mahmut’tan (Mahmut Baler) bir fıkrayla bitirelim yazıyı.
“Kayserili Ermeni Kasap Kirkor’un bir karısı Hap, bir de metresi Hup varmış. Bir gün ona, bir gün ötekine gider, gününü gün edermiş. Ama Hap da, Hup da birbirlerini bilirmiş. Yine bir gün Kirkor dükkanı kapatıp, metresi Hup’a gidiyor iken, akşam karanlıkta kanalizasyon çukurunu görememiş, bir anda içine düşüvermiş. Kirkor, çukurda dertli dertli söylenmiş: Ah zo şimdi Hap diyecek Hup’tadır, Hup diyecek Hap’tadır. Oysa Kirkor fakir, boyuncas boktadır!”