Erdoğan’ın zihin haritası
Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP Kızılcahamam kampının kapanışında yaptığı konuşmanın bir bölümünde CHP’ye yüklendi. Bilindiği üzere Kılıçdaroğlu, McKinsey anlaşmasını IMF kapısına gitme sürecinin başlangıcı olarak yorumlamıştı. Hazine Bakanı Albayrak’ın Amerikalı şirket McKinsey ile anlaşma yapması, Erdoğan’ın son yıllardaki millilik söylemini boşa düşürüyordu. Bu nedenle eleştiriler AKP tabanında da yankı bulmuştu. Erdoğan, kamuoyuna yayılan hoşnutsuzluk karşısında McKinsey’le yolları ayırma talimatı verdiğini açıkladı. Ardından parti tabanındaki moral bozukluğu ve şaşkınlığı gidermek ve partisini konsolide etmek amacıyla CHP’ye karşı taarruza geçti. Erdoğan’ın CHP’ye yönelik eleştirilerinde ‘en iyi savunma saldırıdır’ anlayışının izleri görülüyordu. Bununla birlikte, suçlamalarını çoğu zaman yaptığı gibi CHP’nin tarihine dayandırdı. İsmet İnönü’nün Türkiye’de IMF işbirlikçiliğinin başlatıcısı olduğunu söyledi ve bu iddiasını İnönü’nün elinde ABD bayrağı ile göründüğü bir fotoğrafıyla desteklemeye çalıştı.
İnsan sembolik bir varlıktır, sembollerle düşünür. Yediklerimize, giydiklerimize, bedenimize ve kullandığımız eşyalara anlamlar yükleriz. Bu nedenle bir bayrak asla bir “bez parçası” değildir örneğin. Erdoğan bu basit gerçeği bildiği için olsa gerek, CHP eleştirisini bir fotoğraf karesi ile sembolize etti ve zihinlere çakmaya çalıştı. Fotoğrafta, İsmet İnönü elinde tuttuğu iki adet küçük bayrağı sallıyordu. Fakat o anda bayraklardan sadece biri, ABD bayrağı görünmekteydi. İnönü’nün Amerikan bayrağı sallayan görüntüsü, Erdoğan tarafından CHP’nin milli olmayışının sembolü olarak kullanılmak istendi. Buna göre İnönü, has “Amerikancıydı”, elinde bayrak bile vardı, daha ne olsundu!
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Erdoğan’ın Kızılcahamam konuşmasında Kılıçdaroğlu yönetimine yönelttiği eleştirilerin bazıları haklılık payı taşıyor. Bu partinin, PKK ile ilişkilerini istese bile saklayamayan -çoğu kez böyle bir ihtiyaç duymayan- HDP ile ittifak sevdasının bırakalım “solun” birliğini, siyaset matematiği ile dahi ilişkisi yok. Öte yandan CHP’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan dünya düzeninde Türkiye’yi Atlantik kampında konumlandırdığı, bu anlamda Atlantikçi yani batıcı olduğu da biliniyor. Ancak bu batıcılık, İsmet İnönü’nün batılı ülkeler adına Ortadoğu’da taşeron rolü oynamayı kabul etmesi, batı tarafından desteklendiği bilinen terör örgütleriyle Türk devletini aynı masaya oturtması gibi noktalara hiçbir zaman varmamıştı. Aksine İnönü, Kıbrıs’ta Türklerin can güvenliğini sağlama operasyonunu “Bizim verdiğimiz silahlarla yapamazsınız” diyen Amerikan başkanı Johnson’a karşı “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır” diyen adamdır. Yani İnönü’nün batıcılığı, SSCB’nin başını çektiği kampı Türkiye açısından bir ittifak seçeneği olarak görmemekten ve iki kutbun dışında bağlantısız kalmanın imkânsız olduğu anlayışından kaynaklı bir pragmatizmi içerir. Katılırsınız, katılmazsınız. Aydınlık okurları, devrimci oldukları ve Atatürk politikasının İnönü’ye oranla daha radikal takipçileri olduklarından katılmayacaklardır.
TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK
Bu bir tarafta dursun, Erdoğan’ın suçlayıcı eleştirileri işte bu noktada ilginçleşiyor, çünkü AKP, siyasi hayatına BOP eş başkanlığını yani Ortadoğu’da batı emperyalizmi adına taşeronluk görevini alarak başlamış bir parti. Geldiğimiz noktada AKP’nin Atlantik’e karşı Avrasyacı bir yönelime girmiş gibi görünmesi, şunun şurasında 17-25 Aralık sonrası süreçlerle ilgili ve iyi düşünülmüş bir politika olmakla değil, başka türlü yapamamakla, yani mecbur kalmakla daha çok ilgili. Nitekim bu yüzden batının bölünme baskısına ve bunun ekonomik boyutuna hâlâ sıcak para aramak dışında bir çare bulamıyor. Aynı nedenle hiçbir mantığı ve gerekçesi kalmadığı halde Suriye ile ilişkilerini düzeltemiyor, Esad’a “diktatör” deme garabetini sürdürüyor ve uluslararası ilişkilerdeki tutarsızlığı ile batılı ülkelere cesaret veriyor. Bir başka deyişle CHP’yi batıcılık ile eleştirirken haklı ama kendi karnesi de kırıklarla dolu. IMF’ye borcunu ödemiş olmasını, AKP’nin batıcı olmadığının tek ve en büyük kanıtı olarak sunuyor. Hepsi bu mu?
Peki, ama Erdoğan’ı CHP yönetimine yönelik karşı taarruzunu durduk yere milli sembollerimizden biri olan İsmet İnönü’ye kadar dayandırmaya götüren sebep neydi? Bu sorunun cevabı Erdoğan’ın siyaset okumasını belirleyen zihin haritası ile ilişkili olabilir mi? Bu haritayı çizen en önemli kaynakların başında Necip Fazıl geliyor. Erdoğan’ın “üstad”dan etkilendiği biliniyor. Nitekim Kızılcahamam toplantısında da onun Sakarya adlı şiirini -daha önce de aynı şiiri defaatle okuduğu üzere- bir kez daha okudu. Kim bu Necip Fazıl? Atatürk’e ve Cumhuriyet rejimine söyleyemediklerini, İsmet İnönü ve CHP üzerinden söyleyen bir tarikat kalemşörü. Modern İslamcı düşünceyi popüler ve oldukça vulgar biçimde okurlarına sunan, fikirlerini İnönü yönetiminin icraatlarına karşı bir “reaksiyon” olarak inşa etmeye çalışan bir polemikçi. Erdoğan’ın İnönü ve CHP’ye karşı takıntılı bakışı esas olarak bu isimden etkilenmesiyle bağlantılı olabilir. Bu takıntı, olguları nesnel biçimde görmesini engelliyor. 15 Temmuz kalkışmasından sonra altını kuvvetle çizdiği milli birlik ve dayanışma ihtiyacını kendi eliyle dinamitlemesine ve İsmet İnönü gibi Türk milletinin kolektif hafızasında yerini almış sembollere saldırmaya kalkmasına bu takıntısı neden oluyor.
SİYASETTE YALANIN YÜKSELİŞİ
Elindeki Amerikan bayraklı fotoğraf karesi üzerinden Amerikancı olduğuna inanmamız beklenen Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü’ye karşı bu saldırı maalesef ucuz bir siyasi yalandan ibaret. “Maalesef” diyoruz çünkü Türkiye’de hiçbir siyasetçiye yalan, dedikodu, itham ve tezvirat üzerinden iş görmeyi yakıştıramıyoruz. Ne var ki, siyasette yalanın yükselişi, bir siyaset tekniği olarak giderek artan ölçüde yardıma çağrılışı, siyaset biliminde son yıllarda giderek artan bir dikkati üzerine çekiyor. Aslında bu bize özgü bir sorun değil. Oxford Sözlüğü, 2016 yılının sözcüğünü ‘hakikat-ötesi’ (post-truth) olarak duyurdu. Amerikalı yazar Ralph Keyes, Hakikat-Sonrası Çağ adlı kitabında, gündelik yaşamda ve toplumsal kurumlarda gerçeğe sadakat duygusunda yaşanan aşınmaya işaret ederek yeni bir çağa girdiğimizi iddia etmişti. Buradan hareketle üretilen hakikat-ötesi siyaseti (post-truth politics) ise siyasal mücadelede yalanın gerçeği önceleyecek bir üstünlük kazanmasına gönderme yapıyor. Buna göre, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerde son birkaç on yıldır sadece siyasal rakipler yalanı gerçeğe tercih etmemekte, bu tercih seçmenler arasında da yapılarak gözler gerçeklere kapatılmaktadır. Böylece gerçeğe sadakatin yerini gerçekle bağlantısına kafa yorulmaksızın inanmanın tercih edildiği bir kurgulanmış, yapay, imal edilmiş gerçeklik dünyası almaktadır. Bu durumun sürdürülebilirliği sorunu bir tarafa, gerek rekabet yürüten ve hegemonya kurmaya çalışan siyasal rakipler gerekse bu rekabette taraf olan yurttaşlar açısından bu durumun bir seçmen psikolojisine tekabül ettiği söylenebilir. Bir başka deyişle Erdoğan, kendisini sadakatle izleyen seçmenlerin gerçeğin ne olduğunu umursamadığını, yalan da olsa söyleyeceklerine inanmaya hazır olduklarını hesaplıyor olabilir. Bir siyasetçi, rakiplerine karşı siyasi üstünlük kazanma, inisiyatifi muhalefetin elinden alma çabasında gerçeklere sadık kalmak diye bir sorumluluğunun olmadığını düşünüyor da olabilir. Ancak bazen öyle konular vardır ki, onlar hakkında “gerçeği esnetmek”, “gerçeğin üstünü örtmek”, “alternatif gerçekler” yaratmak, “gerçeklerle oynamak” vb. adına ne derseniz deyin, amaçladığınız sonuçlara ulaşmanız yani yalanı gerçeğin yerine ikame etmeniz mümkün olmaz.
AKP TABANI MİLLİ SEMBOLDEN VAZGEÇER Mİ?
İsmet İnönü’ye gayrimillilik çamuru yapışır mı? Hiç sanmıyorum. AKP tabanı diğer parti tabanları gibi kendi liderlerini ve partilerini çeşitli sembollerle anlıyor, tanıyor ve dışa vuruyorlar. Fakat bir de bütün seçmenleri aşan ve hepsini ortak çıkarlarda birleştiren milli semboller var. Türk milleti de sembollerle düşünüyor. İsmet İnönü Büyük Taarruz’un cephe kumandanıdır. Soyadını zaferlerinden almıştır. Türk milletinin gözünde Kurtuluş Savaşı kahramanı olarak bırakın batı işbirlikçiliğini, Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenliğine kavuşmasının sembollerinden biri olarak tanınır. Onun üzerinden kendi partisini CHP’ye karşı pekiştirme hesabı, AKP tabanının Türk milletinin bir parçası olmadığını veya kendi siyasi tercihleri adına parçası olduğu milli sembollerden vazgeçebileceğini varsaymak demektir. Bildiğimiz kadarıyla AKP tabanı Türk milletinin öz parçasıdır ve Erdoğan’a duyduğu sevgiyle millete mal olmuş ortak sembolleri birbiriyle değiş tokuş etme teklifini kabul etmeyecektir. Amerikan bayraklı İnönü görüntüsü ilk bakışta Erdoğan’ın CHP’ye taarruzunu sonuca ulaştırmak açısından rasyonelmiş gibi gözükebilir. Ancak seçmeninden sırtlamasını talep ettiği yük o kadar ağır ki, “Dimyat’a” kadar taşınması pek kolay görünmüyor.