Ergenekon’dan çıkılırken
Tahliyeler hepimizi sevindirdi. Özgürlüklerinin daim olmasını dilerim. Bu dileğin, ülkemiz tamamen özgürleşmeden çok anlamlı olmadığını biliyorum.
ABD’nin bölgeyi dizayn gayretleriyle AKP ve Cemaat’in rejimi dönüştürme çabasının ürünü olan bu siyasi davanın sonu görünmüşe benziyor.
Bir yandan halk gerçeği giderek daha iyi kavradı. Sel oldu Silivri’lere aktı, duvarlara dayandı. Anıtkabir’de milyonu aştı ve Cumhuriyet’e sahip çıktı.
Öte yandan çıkar birliğine dayanan ittifak çatırdadı. Eski dostlar düşman oldu.
Vicdansızlar kendi karanlıklarında boğulurken vicdanlılar ayağa kalktı.
İşin özeti budur.
TV ekranlarına yansıyan
Tahliye olanların mesajları mücadele kararlılığının habercisi gibiydi.
Toplum olarak çeşitli acılara maruz bırakılan yurtseverlere ne denli borçlu olunduğunu düşünürken; başkaları için adalet isteyen ve özgürlük sevincine ortak olmak amacıyla Silivri’ye akın eden saygın insanların mesajları dikkatimi çekti.
Bunlardan birincisi Sabriye Okkır’a aitti. En değerli varlığı, eşini kaybetmişti. Acısını içine akıtmasına rağmen sevgisini ayakta tutabilmişti. Kullandığı ifadelerin yansıttığı toplumcu bakış ve az rastlanır yüce ruh hali karşısında irkildim. Boğazımın daraldığını hissettim.
İnsan sevgisiyle harman olmuş ve vatana adanmışlık konusunda sınır tanımayan bir karaktere sahip olan kıymetli kardeşim İhsan Balabanlı’ya kaydı bakışlarım: Gözyaşlarını tutamamıştı. Dayanamadı. Kalktı. Uzaklaştı.
Toplumun yurtseverlere borçlu olduğu olgusuna yeniden kaydı düşüncelerim. Ancak bu saptamada bir eksiklik olduğunu belirledim: yurtseverlerin de hâlâ borçlu olduğu insanlar vardı. İşte onlardan birisi karşımdaydı. Sanki ağır bir yükün altında ezilmiştim. Tertipçiler, demir kapılar, kör pencereler başaramamıştı bu duyguların beni sarmasını...
İkinci olarak, subay onurunu ayağa kaldırmayı kendine misyon edinen değerli büyüğüm E. Tümg. Naci Beştepe’yi izledim benzer duygularla. Kısa konuşması çok zengindi. Baştan sona tutarlı. Güven dolu. Gelecek inşasının yapı taşı mahiyetinde. Dayanışmacı bir ruh çevremizde kol geziyordu sanki. Tatlı bir coşku duydum.
Üçüncü kişi adanmışlığın, sadeliğin, dürüstlüğün ve tevazunun timsali. Her tahliye olanı kucaklayan, yüce gönüllü Hıdır Hokka idi. Acaba O’na sarılmadan, o nöbet mabedini selamlamadan Silivri’den ayrılan olmuş mudur?
Önce insan demeliyiz
Bu üç asil insanın tavırları ders gibi:
İnsan olmak ve insanı sevmek.
Başkaları için verebileceğini esirgemeden verecek kadar cömert olmak.
Gerçeğin safında yer almak.
Vicdanını dinlemek ve oradan çıkanı sergileyecek cesareti göstermek.
Üç mümtaz şahsiyet, Afrikalıların kullandığı “Ubuntu” kavramını hatırlatıyor.
Kavram, kimsenin sadece kendisini düşünerek insan olamayacağını ve insanın ancak başkaları sayesinde insan olabileceğini ifade ediyor.
Gerçek bir demokrasiyi hedefleyen Cumhuriyeti yeniden inşa ederken başka kaldıraç aramaya ihtiyaç olmadığını düşünüyorum. Bu üç insana, onların tutumlarına bakmak yeterli. Çünkü ancak ve ancak “önce insan” diyenler sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek kurabilirler. Buna samimi olarak sarılanlar, kuşkusuz Hannibal gibi “ya bir yol bulurlar ya bir yol açarlar.”
NOT: Berkin’in ve Burak Can’ın kederli ailelerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum.