Ergenekon’dan önce
Ergenekon davası, batı emperyalist sisteminin Türkiye’de yükselen ulusalcı dalgayı felç etmeye yönelik çok büyük çaplı bir hamlesiydi. Savcının “Ergenekon diye bir örgüt yok” mütalaası vermesi, önümüzdeki dönemde siyasal sürecin hareket yönüne ilişkin bir çıkarımda bulunma imkânı veriyor. Bunun için öncelikle ulusalcılığın 1980 sonrasında adım adım yükselmesine neden olan nesnel koşulları hatırlayalım.
12 Eylül darbesinin sağladığı siyasi imkânları arkasına alan Özal, Türkiye ekonomisinin üretimden kopmasıyla sonuçlanacak olan adımlar attı. Sosyal devleti ve ulusal korumacılık tedbirlerini tasfiye ederek ülkenin ekonomisini batı piyasalarıyla tam bütünleşme içine soktu. Bu süreç ulusal bağımsızlığımızın ekonomik temellerini yıkıma uğrattığı için, toplumda Atatürkçü duyarlılıkları yükseltmeye başladı.
1990’ların başında ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Ortadoğu’da oluşan boşluğu doldurmak için harekete geçti. Kürdistan planı bu denetim çabasının en önemli ayağını oluşturmaktaydı. Zamanla meselenin Türkiye’nin bölünmesine yönelik bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğu idrak edildikçe toplum katmanları arasında milliyetçi bir tepki oluştu.
Ulusal ekonomi ve bağımsızlık iradesinin zaafa uğratılmasını tamamlayan sosyo-kültürel program, Türk milli kimliğine düşmanlık temelinde etnik kimlik siyaseti, sivil toplumculuk, hükümetlerin desteğiyle güçlenen dincilik ve mezhepçilik, anarşizm, vatansızlık, uyuşturucunun yaygınlaşması vb. başlıklar altında hayata geçirildi. Bütün bunlar toplam olarak Atatürk Cumhuriyeti’nin tasfiyesi anlamına geliyordu ve bu nedenle cumhuriyetçi tepkilere neden oldu.
Oluşan tehditlere halkın her kesiminin verdiği tepkilerin bileşkesi, milli duyarlılığın yükselmesiydi. Hiçbir bir parti veya ideoloji tarafından tek başına temsil edilemeyen ve refleks niteliği öne çıkan bu eğilim, Attila İlhan’ın deyişiyle bir ‘dip dalgası” halinde, eskinin sağ ve sol partilerini çapraz kesmekteydi.
Emperyalist merkezler, adresini arayan bu yükselişin bir siyasi temsil kanalına akması halinde, Türkiye’nin denetimlerinden çıkmasına neden olabileceğinin en başından beri farkındaydılar. Bu nedenle yükselen dalgayı bastırabilmek için 1980’lerin sonlarından itibaren Atatürkçü aydınlara yönelik suikastlara başvurdular. Ulusalcı yükseliş aydınsız kaldığında, ‘akılsız’ kalacak, yani stratejik akıldan ve bilimsel analiz derinliğinden kopartılacaktı. Aydın cinayetleri, aynı zamanda kitlelerin tepkilerini İran gibi komşularına yönlendirmek için de kullanıldı.
2000’li yılların başlarına damga vuran gelişme ulusalcı dip dalgasının sözcüsü olan televizyon kanallarının ortaya çıkmasıydı. Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabını satın almak bir siyasi eyleme dönüşmüş, kitap yüz binlerce satmıştı. Dip dalgası 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinde yüzeye çıkmıştı. Hâlâ partisini bulamamıştı, arayış halindeydi ama büyük bir toplumsal dinamiğe dönüşmüş olduğu açıkça görülüyordu. Yeri gelmişken hatırlatalım, kitle hareketinin kendi siyasi kariyerleri açısından büyük imkânlar yarattığını gören ve yükselen dalganın üzerinde sörf yaparak siyasi ikbal sağlayabileceğini hesaplayanlar ortaya çıksa da, bu türden olanlar, Ergenekon’da zoru görünce tam siper olarak ya da ikbal neredeyse oraya kapak atarak ayak altından çekileceklerdi.
Büyük operasyonun hemen öncesinde, Asya ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiği, Fetullahçılık gibi yapılanmalarla yürünemeyeceği düşünceleri, Türk ordusunun en tepe noktalarında dillendirilmeye başlanmıştı. Emperyalist merkezler açısından mesele, Atatürkçü aydınları ya da Jandarma Kuvvet Komutanı Eşref Bitlis gibi bireysel hedefleri katlederek önü alınamayacak bir noktaya ulaşmıştı. Fetullah Gülen “ulusalcı dalgayı aşarız” açıklamasını bu koşullarda yaptı ve Ergenekon operasyonu ulusalcı yükseliş sorununu kökten bir şekilde çözmeye yönelik bir kesin hesaplaşma hamlesi olarak başlatıldı.
FETÖ aracılığıyla hayata geçirilen operasyon, ulusalcı yükselişe bir set çekerek durdurmayı başardı. On yıl boyunca emperyalist sistem taarruzda, ulusalcı refleks savunmadaydı.
Ergenekon’dan sonra ne olacak sorusu, değişen koşulları ve güç dengelerini hesaba katarak ele alınmalı. Tartışmaya devam edeceğiz.