Eski soru yeniden gelip çattı
Tam Beydebâ’nın Kelile ve Dimne yapıtındaki nanköre sultan kişiliğe hükümdar Debşelim’den örnek oluşturan masalından söz edecektim ki 7 yıldır kullandığım dizüstü bilgisayar birden bir ekran kararmasıyla çöktü. Çare yok, 20 yıl önce edindiğim, darda kaldıkça yedek kullandığım Datron’u bez torbasından çıkardım. O arada Cezmi Güntay aradığında durumu anlatınca beni hem övdü hem utandırdı: “Güncellik adına vıdı vıdıyla kendini tüketeceğine, Eski’de yazdığın, her zaman güncel, bugün olan biteni de o günden sorgulayan yazıları geliştirip işlesen yetecek...” Sonra, kapak konusu olarak “Bir Yanılsama: Bilimin ve Teknolojinin Tarafsızlığı”nı işleyen Eski’deki “Teknolojik Karşıdevrim ve İnsan” (S: 30, Nisan 2004) üst başlıklı yazılardan birinin fotoğrafını çekip gönderdi. Tuğrul Çutsay da ivedi Word’e çevirince bugünkü köşe yazısını 17 yıl önceden taşımış olduk.
ARTIK HİÇ BOŞ ZAMAN YOK
Engels 8 saatlik işgünü yasalaştığında Marx’ın bunu göremeyişine nasıl da hayıflanmıştı: Teknolojik gelişme, her ne kadar, canlı emeği makinanın eklentisi” haline getiriyorsa da, yanı sıra, “çalışma süresinin kısaltılması”nı sağlayacak, böylece emekçi, işgünü ve zorunlu ihtiyaçlardan kalan kalan boş zamanı kendi insani gelişmesi için “özgürce" kullanabilecekti. Vahşi iş koşullarının kıskacından çıkabildiği ölçüde, emekçi, toplumsal bilinç düzeyini ve bireysel gelişimini sürekli yenileyerek birikim sağlayacak, sınıfsal örgütlenme ve savaşım sürecinde daha ileri mevziler kazanacaktı. Çünkü çalışma süresi dışındaki "artı-zaman, kapitalisti ilgilendirmiyordu." Kapitalist için önemli olan; “değişim değeri ödeyerek kullanım değeri satın aldığı”, yani işçinin artı değer ürettiği süre içindeki verimlilikti. Egemenlik aygıtının emekçi üzerindeki baskısı ise bu “boş zamanı denetleyici” şiddetini artırdıkça, göreceği tepki de aynı oranda sertleşecek, sınıf savaşımı en geniş kitleleri kucaklayacaktı... Oysa gelinen nokta, sonucu farklı açıklıyor.
Marx, iletişim araçlarının XIX yy’da vardığı küresel düzeyde, kapitalist sömürü ve egemenlik aygıtının daha o günden burjuvaziye, Hegel’den esinle, “tarihin sonu” düşlerini gördürecek boyutta geliştiğini, emekçiler açısından ürkütücü bir ağ oluşturduğunu öngörmüştü. Ne ki, bütün anlarıyla kuşatılmış artızamana, tıpkı artıdeğere olduğu gibi, her türlü teknolojik olanakla el konabileceğini, işgücünün üretilme süresinin yanı sıra, “dışındaki süre”nin de kendi amaç ve ölçütleriyle biçimlenmesinin burjuvazi için bir zorunluluk olduğunu görememişti. Burjuvaziye işçinin 24 saatini gasp etmedikçe rahat yüzü yoktu: “Tarihin sonu” düşü de, eni sonu bir düş olarak kalacaktı... İşte şimdi tarih, tam da burjuvazinin programı uyarınca, bilim ve teknolojinin gökkuşağı altında insanlığın uzun bir karanlık çağa zorla sürülüşünü, yani “öngörülen son”u kurmakla uğraşıyor.
TUŞ MEKANİĞİNİN KATI CEZAEVİ KURALLARI
Çalışma süresinde canlı emeği makinenin boyunduruğuna koşan güç, emeğin bilinç oluşturucu aracını, özne ve nesne oluş özelliğinin eylemle bütünleşme diyalektiğinde somutlaştığı el’i, boş zaman süresinde de boş bırakmıyor, kendi öngörüsü doğrultusunda TV, bilgisayar, cep telefonu vb. ile sürekli eklenti niteliğine koşulluyor. İnsanın kişiliğine en sadık eylem, yazmak, bir angarya olarak terk ediliyor; yazının kişilik yaratıcı işlevi, yerini tuş mekaniğinin katı cezaevi kurallarına bırakıyor: Artık bir küçük gecikme ya da yanlış tuşa basmakla, dayatılan kuralları çiğnemiş ve cezayı hakketmiş olursun! En becerikli el, hiçliğe gömülmekten kurtuluş yeteneğini ve kıvraklığını gösteremeyecek, el ve bilincin diyalektik ürünü olan sözcüklerin de ekonomi-politiği çökecek, anlamın sabırlı ve çilekeş işçiliğinin yerini, güdüsel sayıklamaların telaş ve umarsızlığı alacaktır –dahası, bir gün o da anlamsız gelecek, Galata Köprüsü'nde balık tutma keyfini de yaşatamayacaktır size elleriniz!
BİLİŞİM ÇAĞI REKLAMLARINDA GİZLENEN
Bill Gates; insanın beş duyusunu, bilinç ve elini sürekli gerileterek, 150 yıl önce Babage’ın düşlediği teknoinsan tasarımını en son noktasına götürmek üzere, “bedava bilgisayar” vaadinde bulunuyor (Akşam, 31 Mart 2004). Bu; -kaldıysa- yeryüzündeki her bireyin denetim ve yönlendirmesini üstlenmek, ona sanal özgürlüklerin ötesinde hiçbir gerçek özgürlük ânı ve şansı bırakmamakla eşanlamlıdır. Bu vaadin dayattığı zorunluluk, ufukları Gates’in iradesiyle sınırlı, kaçışı olmayan bir özgürlüktür. İnsan, günün bedava uyuşturucusu TV karşısında kendini seçme hakkına ne kadar sahipse, elinden düşürmeyeceği bilgisayarla, kendini bilme hakkını da o ölçüde kullanabilecektir. Yunus’un, "İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir" sözü, insanın kendi bilgisini başkasına devretme sürecinde, bir sıla özleminden başka anlam taşır mı?
Bilişim çağı, kapitalistin herkesi ve her şeyi kendi egemenliği için bilmeyi tasarladığı teknolojik karşıdevrimin sanal karşılığıdır. Eller, toplumsal yaşamda insani amacından koparılıp becerileri silindikçe, emekçinin kendi için bilinç edinme olanağı da büsbütün ortadan kalkacaktır. Çünkü el özgür kullanılmadıkça, toplumsal ilişkilerdeki anlam halkaları da yitirilecek, insan, saçmanın örgüsünde tutsak olacaktır. Bilişim çağının onca reklam bombardımanı gerisinde gizlediği, gerçek tanımı budur.
Eski soru yeniden gelip çatmıştır: "Ne yapmalı?”