Etnik kimlik mi; ‘İnsanlık’ mı?
Gözün gözü görmediği etnik/dinî/mezhebî kimlikler fırtınasında bizi Nuh’un gemisi benzeri birlik ve beraberlik sahiline çıkartacak, doğamızdan getirdiğimiz ortak kimliğimiz olan “insanlık” kavramına dikkat çekmek, bugünün en önemli görevidir.
“İnsanlık” denilen değer âdemoğlunu varlığın en şereflisi kılan ilahî nefhanın bir tecellisi; onun omuzlarına yüklenmiş emanetinin ta kendisidir. “İnsanlık”, beşeriyet açısından değerlerin en üstünüdür. Ondan daha yüksek bir değer söz konusu olamaz. Çünkü o, Yüce Yaratıcı’nın insana üflediği ruh; beşeriyeti yücelten namus ve onun omuzlarına yüklenmiş kutsal bir emanettir.
Din, ahlâk, siyaset ve felsefe ise bu yüksek değeri korumak üzere ortaya çıkmış üst veya alt sistemlerden başka bir şey olamaz. İnsanlık mazruf (zarfın içindeki); din, ahlâk, siyaset ve felsefe ise, biri ilahi kaynaklı (din); diğerleri ise beşer üretimi birer kültür kurumu olmak üzere çeşitli renk ve karakterdeki zarflar durumundadır. Bir örnek daha verecek olursak; “insanlık” denilen bu en yüksek değeri göz alıcı bir çiçeğe; diğerlerini ise bu eşsiz çiçeği korumak, geliştirmek üzere içinde barındıran kristal vazolara benzetebiliriz.
Burada etnik köken çeşitliliğinin, dil ve coğrafi mekân ayrılığının, hatta din ve mezhep farklılığının değerler çizelgesinde yeri yoktur. Yani hiçbir ırki çeşitlilik, dil ve ülke ayrılığı; din ve mezhep farklılığı bütün bir beşeriyetin en yüksek değeri olan “insanlığı” gölgeleyecek bir nitelik arz edemez.
“Kürt kimliği”, “Türk kimliği”, “Arap kimliği”, “Fars kimliği” gibi etnik aidiyet bildiren tanımlamalar bütün bir beşeriyetin en üstün ortak kimliği olan “insanlığı” itibarsızlaştıracak unsurlar olamazlar. Bunlar Osmanlı düşünürlerinin “beşeriyete tapınma mezhebi” diye tarif ettikleri hümanizmanın insanlığın başına bela ettiği 19. yüzyıl ütopyalarından biri olan Nasyonalizm’in (ırkçılık/Faşizm) yansıması ve Doğu toplumlarının bünyesine sokulmuş zehirli kurtlar durumundadır. Türk kökenli birinin de Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Laz v.b. kökenli birinin de ortak kimliği “insanlık” denen değerdir. Bu, Allah’ın, Âdemoğullarına üflediği ruhu; onların omuzlarına tevdi ettiği mukaddes emanetidir. Eşrefimahlûkat (yaratılmışların en üstünü) olan insanın bundan daha yüksek bir değer ölçüsü bulunmamaktadır.
İster eğri oturalım, ister doğru oturalım, ama doğruyu, yalnızca doğruyu konuşalım ve binlerce yıllık, millet olma ve kudretli devletler inşa etme maceramızın tarihin hafızasına kazıdığı şu hakikatin şahitleri olalım: İnsanlığı en yüksek değer olarak gören ve hayatı Allah için yaşama bilinci ve ibadet (hizmet) aşkı ile idrak etmeyi kendine ahlak edinmiş olan toplumumuzda Türk etnisitesinden gelmiş hiçbir kişinin bir “Kürt meselesi”; Kürt etnisitesinden türemiş hiçbir kişinin de bir “Türk meselesi” yoktur. Diğer etnik aidiyetlerin durumu da böyledir. Bu vatan, bu bayrak ve bu devlet Türk’ün de, Kürt’ün de, Çerkez’in de, Arap’ın da, Laz’ın da vatanı, bayrağı ve devletidir. Ve yine bu topraklarda bir “Kürt kimliği-Türk kimliği” çatışmasının ne tarihî, ne sosyal, ne de başka bir temeli bulunmamaktadır. Bu toplumun böyle bir derdi, böyle bir endişesi ve böyle bir hassasiyeti de asla bulunmamaktadır. Küresel hegemonyanın bizi bölmek, parçalamak ve sömürüye peşkeş çekmek için icat ve ihdas ettiği böyle bir hassasiyetin ne tarihimizde haklı bir temeli ve ne de günümüzde mantıksal bir gerekçesi hiç olmamıştır. Milyonlarcası birbiri ile evlilik bağı kurmuş ailelerin Türk ve Kürt ebeveynlerden doğmuş on milyonlarca, babası Türk-anası Kürt; yahut babası Kürt-anası Türk millet evladının varlığı bu en büyük gerçeğin canlı ve kanlı şahidi durumundadırlar.
Irkçılık, kavim ve kabile asabiyeti, din ve mezhep fanatizmi şeytanî tuzakların en tehlikelisidir.
Kur’an’da bu konuyu aydınlatan harika bir metafor vardır. Buna göre; Yüce Allah’ın, ruhundan ruh üflediği insana secde etmeyi (itaati) kabul etmeyen İblis’in âlemlerin Rabbi”ne başkaldırısının gerekçesi işte bu, köken üstünlüğü davası idi. Ateşten yaratıldığı için, kendini topraktan var edilen Âdem’den üstün gören iblis, içine düştüğü bu ihtiras nedeni ile en yüksek değer olan insanlığı aşağıladı ve böylelikle ırkçılığın/kavmiyetçiliğin/kadim faşizm’in öncüsü oldu.
Kur’an’da birçok kez tekrarlanan, “meleklerin Tanrı’nın ruhundan üflediği insana secde emri” metaforunda “Tanrı’nın insana üflediği ruhu” ile kast edilen, başta akıl olmak üzere, insanı ayrıcalıklı kılan bütün yetenekler (sıfatlar); “melek” kavramı ile vurgulanmak istenen, varlık dünyasının bütün maddî ve manevi güçleri ve “secde” ile verilmek istenen mesaj ise insanın aklını ve üstün yeteneklerini hayır ve iyilik yolunda kullandığı takdirde, yeryüzünün ve hayatın bütün güçlerinin onun emrine gireceği gerçeğidir. Yani, burada anlatılmak istenen şey; akıl yeteneğinin bilim, teknik, ekonomi, sanat, edebiyat, kültür, hukuk, medeniyet gibi dünyayı inşa ve ihya eden tüm etkinliklerin temeli olduğudur.
Bugün Türk olsun, Kürt olsun, Arap olsun, Arnavut olsun, Çerkez olsun bu kadim vatan topraklarında yaşayan her bir millet evladı tarihin en büyük fitnesi olan ırkçılık ve kavmiyetçiliğin şeytanın insanoğluna kurduğu en helâk edici tuzaklardan biri olduğunun bilincindedir ve şeytan hizbinin liderliğine boyun eğmeyi asla ve asla kabul etmeyecektir.
Nice badirelerden geçmiş, nice tuzakları feraseti ve sahip olduğu yüksek değerler ile paramparça etmiş olan aziz milletimiz bugün de kendisine kurulmak istenen hain tuzağın farkındadır ve inşallah bu şeytani tuzağı, tıpkı geçmiştekiler gibi, tarihin çöplüğüne atmasını bilecektir.Etnik kimlik mi; ‘İnsanlık’ mı?