25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Evet-Hayırın vicdanı

Hidayet Karakuş

Hidayet Karakuş

Eski Yazar

A+ A-

Başlığı, Emin Özdemir’in Sözcüklerin Vicdanı kitabından esinlendim.

Bugünlerde bütün ülkenin üzerinde düşündüğü, diline doladığı iki sözcük bunlar evet-hayır. Bu sözcüklerin vicdanı var mı? Sözcüklerin vicdanı olur mu?

Değerli yazar Emin Özdemir’in kitabındaki sözcüklerin anlamlarına derinlemesine bakışından da yararlanarak düşünmek istiyorum evetle hayırı.

Evet, onaylama sözcüğü bildiğimiz gibi. Tümce içinde değişik yerlerde, anlamlarda da kullanıyoruz. Söze başlarken kimi sunucuların, sahnedeki konuşmacıların “Eveeet!” diye başlamaları gerçekte izleyiciyle aralarında bir bağ kurmak, başlangıç yapmak ereğini taşıyor. Konuşma sırasında söylenileni olumlamak için de “O gün gerçeği söyledim evet; sonra da…” biçiminde kendi kendimizi onayladığımız, yaptığımızı vurguladığımız da olur. Yaygın olan, içinde eveti de barındıran bir deyim var ki bu tür insanları pek onaylamaz toplum: Evet efendimci...

Hayırın karşıtı biçiminde de açıklanır evet. Bilinir ki kimi kavramlar karşıtlarıyla açıklandığında kolay anlaşılırlar.

Peki evetin karşıtı hayır nedir? Hayır, gerçekte Arapçadan dilimize giren sözcüklerden biri. İlk anlamı, iyilik, karşılık beklemeden yapılan yardım, demek. Bu anlamda olumlu olumsuz pek çok yerde deyimleşen özellikleri var hayırın. Hayır haber, hayır etmemek, hayır hasenet işlemek, hayrı kalmamak, hayra alamet olmamak, hayra yormak, hayrı dokunmak, hayrını görmek, hayırla anmak…

Hayır, bir başka anlamıyla yadsıma, onamama, olumsuzlama demektir. Ülkemizde bugün bir kesimin peşinden koştuğu, sayısını, oranını çoğaltmaya çalıştığı hayır, bu anlamdaki hayırdır. Yoksa lokma dökerek yapılan hayır değil.

Peki “Aşk ile bir kez daha” soralım; evetle hayırın vicdanı var mı?

Emin Özdemir,”Edebiyat ne işe yarar?” sorusundan yola çıkarak Mario Vargas Llosa’nın Nobel konuşmasındaki açıklamalarındaki sözcük yazar ilişkisine, oradan da sanat yapıtlarının dönüştürücülüğüne geçer. Bu dönüştürücülüktür ki insanda vicdan yaratır. İnsan, kimi zaman içinde bulunduğu gerçeğin uyuşturucu etkisiyle düşünmekten korkar. Düşünmenin anahtarı sözcüklerin çağrışım alanlarına kafa yormaz. Edebiyat, işte burada insanın beynine, yüreğine seslenir. Onda yeni heyecanlar, umutlar, düşler yaratarak onu uyandırır. İnsanlık durumları üzerine düşünmeye başlar. Haksızlıkları görür, sömürüyü görür, baskıları görür.

Bütün bunları görmesi için roman, öykü, şiir mi okumalıdır, diye sorulabilir. Bu yol uzun bir yol değil midir? Kısadan haksızlıklar, sömürü, gerçekler anlatılamaz mı?

Anlatılır anlatılmasına da kimseyi inandıramazsınız.

Edebiyatın işlevi burada başlar. En kaz kafalı bir insan bile yetkin bir romancının, dilini çok iyi kullanan bir yazarın sözcük evrenine girdiğinde ufkunun açıldığını sezer. Dönüştürme ücü ortaya çıkmıştır edebiyatın.

“… Roman ve öykü olmasaydı, özgürlüğün hayatı yaşanılır kılmaktaki öneminin, özgürlüğün bir zorba, ideoloji ya da bir dinin altında çiğnenmesinin hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olmazdık” diyor Vargas.

Bu gerçeklikle roman, öykü, şiir, tiyatro aynı zamanda sözcüklerden beyne, yüreğe akan bir vicdan duygusu yaratır.

Peki sözcüklerin vicdanı nasıl oluşuyor? “Sözcükleri kılı kırk yaran bir tartımdan, değerlendirmeden geçirmeyle, onların sesini, soluğunu duyumsayıp algılamayla... Söylemek bile fazla; her sözcük kendi içinde bir dünya taşır; sözcüklerin vicdanı dediğim de bir bakıma budur işte; onların içerdiği anlam yüküdür.

Usta yazarlar, kendi yazarlık vicdanlarını, sözcüklerin vicdanıyla bütünleştirenlerdir.”

Peki, evet’in vicdanı nerede, hayır’ın vicdanı nerede yatar?

Biraz basite indirgersek bu sözcüklerin vicdanı bunları seçenlerin vicdanları kadardır. Peki bu vicdan, edebiyatla oluşmamışsa, bu sözcüklerin anlamlarını derinden kavramamış, “seslerini, soluklarını duyumsamamışsa” kişinin doğru bir seçim yaptığı söylenebilir mi?

Bu kez karşımıza başka bir soru çıkıyor? Vicdan için bilgi gerekmez mi? Bilmekle vicdan arasında bir bağ yok mudur?

Vargas’ın da, Emin Özdemir’in de varmak istediği yer, edebiyatla insanın beynine sızan, onu dönüştüren bilginin sarsıcı etkisi değil midir? Aradıkları, belirtmeye çalıştıkları, bilincini sözcükler evreniyle varsıllaştıran edebiyat olmazsa kişinin bir körlüğü yaşayacağıdır.

Evet diyenler, bugün böyle bir bilinçte midirler? Neye evet dediğini bilmeyen bir insanın bilincinden söz edilebilir mi?

Hayır diyenlerin doğruları, genelde çağcıl değerlerdir belki. Ancak daha çok somut korkular, hayırları belirliyor. Bu korkular, göstermelik de olsa var olan demokratik bir düzenin yıkılma korkusu, yüz yıl önce kurulan bir ülkenin kurulduğu günlerdeki karanlık günlere dönme korkusu, ülkenin parçalanma, bölünme korkusu, emperyalizmin yurdumuzu parasıyla ele geçirme korkusu, din devletine dönüşme korkusu, özgürlüklerin tek adama bırakılmasından doğacak zulüm dönemi korkusu…

İleriye doğru değil, tam da Ortaçağ karanlığına doğru bir değişim korkusudur bütün bunların toplamı.

Öyleyse söylenebilir mi?

Evet’in bilinci yok. Vicdanı yok bugün.