22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Faiz indirimi günah keçisi mi?

Baki Demirel

Baki Demirel

Eski Yazar

A+ A-

Faiz ve enflasyon ilişkisi konusunda iktisat yazınındaki tartışma en azından Bankacılık Okulu ve Nakit Okulu arasındaki tartışmalar kadar eskidir ve 200 yıllık bir geçmişi vardır. Bu tartışma para arzının içsel veya dışsal olduğu yani para arzının merkez bankaları tarafından kontrol edilip edilemediği konusundaki tartışma ile beraber ilerlemektedir.

1820-1845 yılları arasında geçen bu tartışmada Bankacılık Okulundan Thomas Tooke içsel para arzını savunurken faiz oranlarının bir maliyet kalemi olduğunu ve düşük faiz oranının enflasyonu da düşürebileceğini ileri sürmüştür. Ancak unutmamak gerekir ki bu önerilerin yapıldığı dönemde pound, küresel parasal hiyerarşinin en tepesindeydi ve İngiltere hegemonik güç olarak küresel ekonomiyi yönetiyordu.

BEKLENTİ KANALI MESELESİ

Cochrane, Bullard, Williamson, Uribe gibi iktisatçıların öncülük ettiği Neo-Fisher görüş Yeni Keynesyen bakış açısına sahiptir. Neo-Fisher görüş beklenti kanalına fazlasıyla önem vermekte ve kalıcı yüksek ya da düşük faiz oranlarının enflasyon üzerinde etkili olacağını savunmaktadır. Yani, eğer iktisadi aktörler nominal faiz oranlarındaki bir artışın/azalışın kalıcı olduğuna inanırlarsa ya da böyle bir yönlendirmeye güvenirlerse ve uzun süre sabitlenen nominal faiz oranları aktif bir maliye politikası ile desteklenirse politika başarısı sağlanabilir. Her ne kadar Neo-Fisher görüş pasif para politikasını savunsa da beklenti kanalına çok fazla önem vermesi, Neo-Fisher görüşü tartışmalı hale getirmektedir. Zira beklentiler ve enflasyon ilişkisinin zayıf olduğuna yönelik post-Keynesyen/Heterodoks çalışmalar mevcuttur.

ESKİ ŞARAP YENİ ŞİŞE

Diğer yandan merkez bankalarına enflasyonla mücadele görevi verilmesi 1980 Monetarizmi ve Washington Konsensüsü ile başlar. Dikkat edin bu dönem aynı zamanda dolaylı vergilerin arttığı, verginin tabana yayılmasının gerektiği görüşünün ön plana çıktığı ve emekçi sendikaların üzerinden silindir gibi geçildiği bir dönemdir. Bu görüşler IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların (BW ikizleri) yapısal uyum programlarında yer alan ve desteklenen görüşlerdir.

Ancak merkez bankalarının politika faizini temel araç kabul ettiği politika tasarımı eski FED Başkanı Bernanke’nin öncülük ettiği enflasyon hedeflemesi stratejisi tasarımı ile başlar. Bu yeni bakış (ya da eski şarap, yeni şişe) yeni makroekonomik uzlaşı ya da Monetarist-yeni Keynesyen sentez olarak ifade edilmektedir. Kurala dayalı (aslında kuralımsı, Taylor Kuralı), bilimsel iktisat dedikleri de budur.

Faiz indirimi günah keçisi mi? - Resim : 1

BİLİMSEL İKTİSAT TARTIŞMASI

Bunları niye yazıyorum. Çünkü iktisatta tek bir bakış açısı yoktur. Zaten bilimsel iktisat diye dayatılan görüş gerçekte öyle olsa adına bilimsel iktisatta da denmezdi. Bilim sorgulayıcı bir çatışma alanıdır.

Bilimsel iktisat dedikleri düşünce de merkez bankaları enflasyonla mücadelede politika faizini Taylor kuralına göre etkin biçimde kullanmalıdır. Daha açık biçimde eğer manşet enflasyon merkez bankası enflasyon hedefini aşarsa, merkez bankası sıkılaştırıcı olmalı ve politika faizini yükseltmelidir.

Ancak bu görüş merkez bankalarının para politikası ile enflasyonu tamamen kontrol edemeyeceğini de kabul etmektedir. Kamunun yönlendirdiği ve yönettiği fiyatlar, doğal olayların etkilediği tarımsal üretim ve enerji fiyatları gibi pek çok fiyat merkez bankasının etki alanının dışında kabul edildiğinden çekirdek enflasyon diye bir kavram üretilmiş ve politika başarısı çekirdek enflasyona indirgenmiştir. Oysa tüketicilerin sepeti çekirdek enflasyondan ibaret değildir ve politika başarısızlığı onların satın alma güçlerini olumsuz etkileyecektir.

Faiz indirimi günah keçisi mi? - Resim : 2

TALEP SADECE SEBEPLERDEN

BİRİ Kaldı ki enflasyon hedeflemesi stratejisi enflasyonun nedenini talep artışı olarak görmekte ve enflasyonla mücadele stratejisini buna göre belirlemektedir. Gerçekte enflasyonun pek çok sebebi vardır ve talep artışı bunlardan sadece biridir. Ekonominin dışa, ithalata bağımlılığı, küresel enerji fiyatlarındaki yükseliş, geçen haftaki yazımda belirttiğim, tekelci yapıların neden olduğu satıcı enflasyonu gibi pek pek çok tür sayabiliriz. Eğer bir ekonomide atıl kapasite varsa enflasyonun hızlanmasının talep patlaması olduğunu söylemek de oldukça tartışmalıdır.

Aşağıdaki iki grafik faiz enflasyon ilişkisi üzerine Ortodoks görüşünün tartışmalı olduğunu desteklemektedir. Pek çok Ortodoks iktisatçı ABD enflasyonunun eğilimini FED faiz politikası ile ilgili olduğunu savunmaktadır ancak aşağıdaki grafikler ABD enflasyonu ile petrol fiyatları arasında güçlü bir bağı, korelasyonu ortaya koymaktadır. Elbette korelasyon tam anlamıyla nedensellik demek değildir ancak konuyu tartışmalı hale getirmektedir. Öte yandan faiz artışları ABD ekonomisi için resesyon edişlerini büyütmektedir.

FAİZ-KUR SARMALI

Nitekim FED, resesyon endişeleri ile faiz artış döngüsünü bu ay sonlandırmıştır. Benzer biçimde İngiltere MB (BoE) faiz artış döngüsünü sonlandırmıştır. BoE, 14 kez faiz artışı yapmasına rağmen enflasyonla mücadele de başarısız olmuştur. ECB faiz artışları ise özellikle Alman ekonomisini durgunluğa sürüklemiştir. Arjantin, IMF tavsiyelerine uymuş ancak faiz artışları kur enflasyon döngüsünü kıramamıştır. Arjantin ekonomisinin içine girdiği kur-faiz sarmalı bu döngünün kırılmasını güçleştirmektedir.

Şimdi gelelim meselenin bizi ilgilendiren kısmına. Türkiye ekonomisinin 2003-2017 dönemi politikaları üretimin dışa bağımlılığını artırmıştır. Aynı zamanda Türkiye enerji bağımlısı bir ülkedir. Bu bilgiler elimizde iken Ortodoks iktisatçılar Türkiye’nin yüksek enflasyon döngüsüne girmesini 2021 yılı faiz indirimlerine bağlamaktadır ancak bu görüş hatalıdır.

Öncelikle Türkiye’nin enflasyonu yapısaldır. Türkiye’nin ticaret kompozisyonu ve üretim yapısı değişmedikçe, enerji bağımlılığı sürdükçe görece düşük enflasyon ancak TL değer kazandığı dönemlerde ve geçici olarak görülebilir. Fiyat istikrarında kalıcılık ancak yapısal dönüşümle mümkündür ve bu enflasyonu aşırı talep artışı ile açıklayamayız.

FAİZ İNDİRİMİ GÜNAH KEÇİSİ Mİ?

İkinci olarak tartışmanın başladığı dönemde Türkiye’de enflasyon artış eğilimindeydi ve 2021 başında politika faizinin daha da artması gerektiği söyleniyordu. Küresel enflasyonun yükselmeye başladığı dönemde, ekonomisi dışa bağımlı olan Türkiye’de faiz artışları enflasyonu dizginlemeye yetmeyecek ve her defasında ilave faiz artışları gerekecekti. Bu döngü daha fazla işsizlik ve ekonominin daralma demekti. Dolayısıyla hükümet kendisini böyle bir döngünün içinde bulmak istemedi veya aslında rant ekonomisi bu döngüye karşı bir durumdur. Bunu söylerken 2021 yılının Eylül ayından itibaren başlayan faiz indirim döngüsünü onayladığımı söylemiyorum. Ancak enflasyonun hızlanmasındaki tek sebebin bu olduğunu söylemek oldukça yanıltıcı ve sermaye yanlı bir bakıştır. Haftaya bu konuyu kur politikaları üzerinden tartışacağım. Esen kalın...

Faiz Enflasyon