Farklı konular, özgün görüşler
Yazının yayınlandığı gün, Türkiye genel seçimini yapacak. Öncelikle bu seçimin Türkiye açısından umutlu başlangıçlar yaratması dileğimizi belirtelim. Bu yazıda, yaşanan seçim ortamında daha da belirginleşen, değer erozyonuna neden olduğuna inandığım birkaç konuda görüşlerimi özetlemek istedim.
İNANÇ VE İNSAN
İnsanlar büyük bir çoğunlukla dini inanç ve buna ilişkin değerlere bağlıdırlar. Kuşkusuz her inanç sisteminin de kendine özgü kural ve uygulamaları vardır. Bazı uç inançlar dışında, dinlerin temelinde ahlaklı, adaletli, haksızlık ve hırsızlık yapmayan, yalan söylemeyen vb. niteliklere sahip birey ve toplumlar amaçlanmaktadır. Dini kuralları yerine getirmede temel amaç ise bu değerlere sahip birey ve toplumlar yaratmaktır. Benzetmek gerekirse, bu bir anlamda hasta ve ilaç-tedavi ilişkisidir. Dini kurallar ve uygulamalar, hastalıkları iyileştirmek için kullanılan ilaç ve tedaviye benzetilebilir. Bunlar ne kadar yararlı olursa, hastalığın o derece önü alınır ve iyileşme sağlanır. Kuşkusuz burada amaç hastalığı yenmek sağlıklı birey ve toplum olmaktır. Kullanılan ilaç ve tedavi sayısına bakarak hastalık olup olmadığına veya sağlığa kavuşulup kavuşulmadığına karar vermek ne kadar yanlış ise, ibadetlere, bunların sayısına bakarak da ne kadar dindar olunduğunu düşünmek ve ifade etmek o kadar yanlış olmaz mı? Yani dinin murat ettiği birey ve toplum ortada yoksa ibadet ve tâatta bulunmanın, bunların miktarının bir önemi olur mu?
TOPLUM VE İNSAN
İnsanların farklı amaçlarla bir araya gelmeleri ile toplumlar oluşmuştur. Bu konunun kitaplara sığmayacak kadar geniş olduğu bir gerçektir. Burada bir ülke içindeki örgütlenmelerden (topluluk cemiyet, cemaat) söz edeceğiz. Bir ülkede bulunan örgütlerin sayısı ve etkinliğinin demokrasi düzeyiyle paralellik gösterdiği bilinmektedir. Örneğin İskandinav ülkeleri refah ve demokratik gelişmişlik düzeylerinin yüksekliği yanında örgütler topluluğu olan ülkeler olarak tanımlanırlar. Türkiye’de de siyasi partilerden derneklere, cemaatlerden Batı kaynaklı uluslararası isimleri olan grup ve kulüplere kadar söz konusu örgütlenmelerin sayısı hiç de az değildir. Öyleyse Türkiye neden bir İskandinav ülkesi gibi değildir. Çünkü bizim eğitim, kültür düzeyimiz, tarihi deneyimimiz ve hepsinden önemlisi demokrasi anlayışımız İskandinav ülkelerinin çok gerisindedir. Bizde en küçük örgütten en büyüğüne kadar bir hiyerarşik düzen vardır. Ayrıca örgütün toplum içindeki sosyal, siyasal ve ekonomik ağırlığı hiyerarşik yapıyı ve onun liderini o denli güçlü kılar. Yetenekleriniz ne olursa olsun, özellikle maddi yarar sağlamak için otoriteye biat temel koşuldur. Bu olmazsa kesin sistem dışında kalırsınız. Bunun yanında konjonktüre bağlı olarak, örgüt değiştirme, örgüt içinde saf değiştirme yeteneği de çok önemlidir. (Bunun çok önemli isimleri topluma mal olmuştur ve maalesef son dönemlerde bu kişilerin sayısı oldukça artmıştır.) Bu yapının ülke açısından yarattığı en olumsuz sonuç; cumhuriyet dönemi boyunca çok iyi yetişmiş bürokrat, bilim insanı ve her alanda yüksek donanıma sahip kişilerin karar süreçlerinin dışında bırakılmış olmasıdır.
KIYAFET VE İNSAN
Giyinme ve örtünme insanlığın temel gereksinimlerinden biridir. Toplum içinde, bazı kimselerin görevlerine bağlı olarak geleneksel veya zorunlu olarak kullanmaları gereken giysiler vardır. Kelime olarak beğenmesem de bunlardan birisi de “cübbe”dir. Türkiye’de cübbe giyme durumunda olan meslekler arasında akademisyenlik de yer alır. Diğer cübbeliler gibi akademisyenlerin de; kimsenin önünde eğilmeyen, maddi çıkar peşinde koşmayan kişiler olduklarının kabulü ile cübbelerinin cebi ve düğmesi yoktur. Burada amacımız YÖK yapısı içinde akademisyenlerin durumunu tartışmak değildir. Konu siyasete giren akademisyenlerle ilgilidir. Bu arkadaşlar en azından saygı gereği de olsa siyasi parti başkanının huzurunda önünü düğmelemek zorunda olduğuna göre, siyasi yaşamları süresince hak ettikleri akademik unvanları kullanmamalıdırlar. Uygulamada bilerek veya bilmeyerek bu arzumuzu yerine getirenler vardır. Ancak, üzerine basarak akademik unvanını kullananlara bu davranış bir yarar sağlamadığı gibi “ünvanlar” sorgulanır hale gelmektedir.
Türkiye’nin de dünyanın önde gelen kalkınmış ülkeler içinde yer alması ortak arzumuzdur. Bu amaçla yapılacak ilk hareket çağdaş, laik, eğitim birliği temelinde güçlü bir eğitim sistemine sahip olmaktır. Bu yapıda bir-iki kuşak yetiştirmeden gerekli dönüşümü sağlamak güç gözükmektedir.