Festival çok yarışacak film yok
Bu haftadan itibaren festivaller ayı başlıyor. Önümüzdeki hafta Adana Altın Koza, ardından Antalya Altın Portakal ve en sonunda da Malatya Film Festivalleri bir yılın en iyi filmlerini ödüllendirecek, hem de kendi aralarındaki sessiz ve de tatlı rekabeti bir dizi etkinlikleriyle ortaya koyacaklar. Bu tatlı rekabette Malatya Film Festivali hem şanslı hem de şansız. Şansı, iki büyük film festivalindeki seçme filmleri bir araya getirmesinde, şansızlığı ise bu filmlerin daha önce gösterilmiş olmasından geliyor.
Ama sorun festivaller arasındaki tatlı rekabetten kaynaklanmıyor. Sorunun kaynağı ise ülkemizde büyük festivalleri besleyecek kadar, nicelik açısından değil ama nitelik açısından film yapılmamasından ya da yapılamamasından geliyor. Birkaç yönetmenin çevresinde dönen iyi film yapma olgusu, onların yokluğunda yalnızca sinema ortamını değil, giderek iddialı festivallerin heyecanını ve de iddiasını da etkiliyor, festivallerin en önemli etkinliği olan ulusal yarışma bölümlerinin de beklenenin aksine sönük, heyecansız ve de iddiasız geçmesine zemin hazırlıyor.
Bu, belirli sinemacıların dışında ülkemizde film yapılmıyor anlamına gelmiyor elbette. Her yıl, ilk filmini yapan gençler ortaya çıkıyor. Ama ne var ki onların yaptıkları ise nitelik açısından festivalleri pek etkilemiyor, ya da bu gençlerin yaptığı filmler istenilen ve arzu edilen düzeyde olmuyor. Bağımsız sinemacıların ikinci kuşağı olarak isimlendirdiğimiz bu gençler, çıkış yaptıkları ilk filmlerinin dışında ne yazık ki ikinci ve sonrasında gelen filmlerle hep düş kırıklığı yarattılar ve bir önceki dönemin olumlu çizgisini yakalayamadılar. Festivallerdeki ve sinema piyasasındaki sıkıntı da buradan kaynaklanıyor.
GENÇ SİNEMACILAR ATAK YAPAMADI
Türk sinemasını her zaman başa oynayan birkaç yönetmen sürüklemiş, başarı onların yaptıkları filmlerle değerlendirilmiştir. Günümüz sinemasında da bu durum sürüyor. Birkaç yönetmen film yapmadığı zaman festivallerin rengi de heyecanı da bir anda değişiveriyor. Bağımsız sinemacıların ikinci kuşağı olarak tanımladığımız genç sinemacılar ise bu durumu bozacak atağı henüz yapamadıkları gibi, bir önceki ağabeylerinin yaptıklarını yineleme yolunu seçerek kendilerini tekrara yöneldiler. Türk sinemasının günümüzdeki sıkıntısı da buradan kaynaklanıyor.
Ulusal film yarışmasında büyükler olmayınca iş küçüklere kalıyor. Jüriler ise -zaman zaman- neredeyse yazı-tura şeklinde eskilerin deyimiyle ehven-i şer yöntemiyle kötünün iyisini belirlemek zorunda kalıyor ve bu değerlendirme yöntemi de festivallerin saygınlığını büyük ölçüde etkiliyor.
Sanırım bu yıl da öyle olacak. Jürilerden çok pazarlamacı yapımcılar kendi filmlerini seçtirmek için kendi adamlarıyla yıldız yağmuru duasına çıkacaklar, dahası bir büyük festivalin yarışmaya bile sokmayıp elediği kimi filmler, bir diğer büyük festivalde büyük ödülle değerlendirecek, filmlerden çok jüri başkanlarının konumları konuşulacak vs.vs...
Dileriz bu sene büyük festivallerde yarışacak ulusal filmler bizi yanıltır, kimilerinin dışarda B tipi festivallerde aldıkları ödülleri, kendi festivallerinde de alarak bunun bir rastlantı olmadığını ortaya koyarlar.