Festivaller mevsimi biterken
Ankara Film Festivali ile birlikte bu yılın A tipi festivalleri de bir açıdan noktalanmış oldu. Bir açıdan diyorum, çeşitli kentlerdeki kısa film ve belgeseli içeren festivaller ise deyim yerinde ise aynı hızla devam ediyor. Üstelik bu zincire her yıl değişik bir kentin -Sivas, Yalova başta olmak üzere- ilk kez yaptığı festivaller de ekleniyor.
Bu gidişle festivalsiz kentimiz kalmayacak gibi gözüküyor. Üstelik bu eklenmelerin uygulamaya konulan tasarruf tedbirlerine denk düşmesi de bir başka açıdan hem dikkat çekici hem de sevindirici.
Sinema festivallerindeki niceliksel artış, ne var ki kendisini niteliksel açıdan pek öne çıkarmıyor. Giderek kimi festivaller kendilerini yenileyeceği yerde yineleyerek, bir önceki festivallerinin anımsanmalarını da kaçınılmaz yapıyor. Evet…Nerede o eski festivaller dedirtecek bir evreden geçiyoruz…
Bu öykünme, geçmişe duyulan özlemden çok, yeni festivallerin yapısından kimi tercihlerinden kaynaklanıyor.
Festivallerin eskisi denli olmamasının başlıca nedeni hiç kuşku yok ki Türk sinemasının içine düştüğü kısır döngü. Birkaç yönetmenin yaptığı filmlere formatlanmış A tipi festivaller, bu yönetmenlerin soluklandığı -yani film yapmadığı – dönemlerde neredeyse yarışmaya katılan filmlerin yüzde sekseni ile bir öğrenci festivali havasında başlayıp bitiyor.
Öne çıkan az sayıda filmler katıldığı çoğu festivalde ödüllerin büyük bir kısmını alırken, festivallerin o bilinen yarışma temposunu da önemli ölçüde düşürüyor. Son yıllarda çoğunlukla sonuçları önceden bilinen birkaç filmlik festivaller izliyor ya da birkaç film dışında genel olarak “kötünün iyilerini” yarıştırıyoruz.
Artık arthouse’un Türkçesi “festivallik filmler” oldu. Küçük bütçeli, dar kadrolu, kısıtlı mekanlarda düz bir olay/olgunun çevresinde gelişip sonuçlanan -birçoğu oldukça naif tarzda yapılmış- filmler her festivalin neredeyse omurgasını oluşturuyor.
Bu filmlerin birçoğunun tecimsel amaçlı sinemalarda vizyon görmesi olanaksız gibi bir şey. Büyük festivallerde birden fazla ödül kazanmış filmler bile, çoğu zaman vizyon şansına erişemiyor. Erişebilme olanağı yakalayabilenler ise, bu kez de istenilen ve de arzu edilen oranda seyirci kitlesini loş salonlara çekmekte zorlanıyor.
Yani kısır bir döngü. Festival çok, ödül çok, vizyon ve seyirci yok. Ödüllere boğulan vizyonsuz ve de seyircisiz bir sinema olma yolunda koşar adım gidiyoruz…
Son çeyrek asırdır Türk sineması bu sarmalın içinde. Festivaller de bu sarmal düzeyini önemli ölçüde belirleyen komunun tam orta yerinde. Festivallerde ana akım (mainstream) filmlerin yerini önce bağımsızların ikinci kuşağının yaptığı düzeyli arthouse filmler, sonrasında da ise öğrenci filmleri olarak tanımlayacağımız naif yapımlar almaya başladı.
Ve bu durum hızla da naif duyarlılıkla oluşturulmuş öğrenci filmleri düzeyine kayıyor. İlkesel bir bakışa ya da değerlendirmeye/seçkiye sahip olmayan A tipi ulusal festivallerimizin, birinin bir diğerinden farksız oluşuyla ister istemez her yıl festival havuzuna düşenlerden -birkaç filmin dışında- rastgele bir tercih/seçim yapmak zorunda kalıyorlar.
Bu durum da hem festivallerin seçim açısından ilkesizliğini ortaya koyuyor, hem de benzer filmlerin katıldığı yarışmalarda farklı -hatta tuhaf denilebilecek sonuçların alınmasına zemin hazırlıyor.
Örneğin A festivalinde en iyi film başta olmak üzere birkaç ödül kazanan bir film bir bakıyorsunuz ki, çok değil bir hafta sonraki festivalde tek bir ödüle bile layık görülmüyor.
Elbette ki bu ve buna benzer durumlar festivallerin ön ve de ana jürilerinin bilgi ve birikimlerinin yanı sıra sinemaya bakış açılarındaki ideoloji ve estetik yaklaşımlarına dek birçok alanda değişiklik göstermeleri olağan sayılsa bile, aşırıya kaçan bu denli farklılıklar festivallerin saygınlığının sorgulanmasını da ne yazık ki kaçınılmaz yapıyor.
Ana akımdan yoksun festivallerin eskisi denli rağbet görmeleri şimdilik pek mümkün gözükmüyor. Sanırım bu durum gelecekte birçok A tipi festivalin ulusal sinemanın aleyhinde bir dizi radikal tedbirlere başvurmasını kaçınılmaz yapacak.
Aksi takdirde yalnızca festivaller değil, giderek Türk sineması bir arthouse filmlerin aceleye getirilmiş naif örnekleriyle bir film çöplüğüne dönüşecek.
Oysaki festivaller özenle seçilmiş en seçkin filmlerin birbirleriyle yarıştığı, tecimsel amaçlı sinemalar ise festivallerin ödüllü filmlerinin halkın karşına çıkıp sınandığı yerlerdir.
Bu halka bozulursa sinema ortamındaki düzen de bozulur. Ne var ki günümüzdeki bu görünüm oldukça zedelenmiş bir durumdadır. Bugün ülkemizde kaç filmimin çekilip kaçanın vizyona girdiği bile bilinmezlik içerisindedir.
Kısacası yapılan birçok filmin birçok festivalde birçok ödül aldığı, ancak bu birçok filmin birçoğunun vizyon göreme olanağını bulamadığı, çelişkiler yumağına dönmüş ya da dönüştürülmüş, izleyeninden koparılmış bir dönem olan “arthouse filmler dönemi “nden geçiyoruz.
Önemli bir not: Kimi festivaller tasarruf için bir açıdan festivallerin kimliği olan katalog basımından vaz geçtiler. Bu festivallerden geriye ne bir bilgi kalacak ne de bir belge. Bir diğeri de bazı festivallerin yarışmalı bölümlerine gönderilen filmlerin ön jürideki tüm üyeleri tarafından izlenmediğiyle ilgili şikayetler.
Bu filmlerin izlenip izlenmediği, ya da ne kadarının izlendiği gönderen tarafından çok kolay tespit edilebiliyor. Hem emeğe hem de etik kaygılara biraz özen…