Festivallerin çoşkusu Emek'in sokağına uğramıyor
Kim ne derse desin -ya da böylesine bir yaklaşımımızı yaşımızdan ötürü dinozorlukla örtüştürsün, umurumda değil- İstanbul festivalinin eski tadı yok... Bu sözünü ettiğim tadın, elbette ki festivali düzenleyenlerle bir ilgisi yok. Doğrudan doğruya Cadde-i Kebir’in (İstiklal Caddesi) günümüzdeki ulaştığı durumla ilişkili...
İstiklal Caddesi, belki de tarihinde ilk kez, festivallerin, bol ama sinema binalarının yeterli sayıda olmadığı çelişkili ve de oldukça bir tuhaf durumu yaşıyor. Belki de normal günlerde pek farkına varmadığımız ya da pek gereksinim duymadığımız sinema binaları, ancak festival coşkusu yaşandığı günlerde yokluklarıyla dikkati çekiyor, ister istemez geçmiş yıllara dönmemizi -nostaljik kaygılarla da olsa- kaçınılmaz kılıyor.
ESKİ GÜNLER YOK
Festivali izleyen her sinemasever bilir ki, festivalin coşkusu İstiklal Caddesi ile Emek ve de Sinepop’un yer aldığı Yeşilçam Sokağı’nda yaşanıyordu. Ama şimdi iki sinema da yok. Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan sokakta ise eskiyi anımsatan hiçbir şey kalmadı. Bir zamanlar festivalin tüm keyifli yoğunluğunu yüklenen bu sokak, şimdilerde sessiz sedasız. Ya da gereğinden fazla gösterişe yüklenen bir görünümün yalnızlığı içinde...
Bir kente, bir caddeye, dahası bir sokağa rengini ve de coşkusunu veren tek şeyin görkemli yapılar değil de, aslında o kent ve sokakla örtüşen sinema salonları olduğu gerçeğini anımsamanın biraz geç de olsa tam zamanı. Ne yaparsanız yapın, ne denli görkemli binalar dikerseniz dikin ve de ne kadar adam satın alıp yaptıklarınızı övgülere boğarsanız boğun, eskisinin coşkusunu yakalayıp, o bildik, tanıdık sokakların büyüsünü yakalayamazsınız. Eski günleri bir kez daha yaşatamazsınız.
NE YAMAN BİR ÇELİŞKİ
Elbette ki bu yakınma ya da eskiye öykünmenin tek nedeni geçmişe duyulan bir özlem ya da açık sulara açılan bir nostalji merakı değil. Onun da ötesinde birilerinin el birliği ile yok ettiği, yakıp yıktığı, bir kentin belleği...
Ne gariptir ki bir yandan nice kuşakların anılarında yer edinip bir kentin ayak izlerinin en çok kesiştiği sinema binaları yıkılıyor, öbür yandan da yörenin belediye başkanı ile onun sponsorluğundan yararlanma yarışına giren birçok kurum (dernek, vakıf, meslek kuruluşu vs) Beyoğlu’nu tekrar eski haline döndürmek için festivaller, yarışmalar, geceler düzenleme peşinde koşup duruyor... Neredeyse her sinemanın enkazı bir festival, bir yarışma ya da içinden sinemanın geçtiği bir etkinliği doğuruyor. Ne yaman bir çelişki...
KENT BELLEĞİ YOK EDİLMİŞSE
Lale, Lüks, Rüya, Saray, Emek, Alkazar, Sinepop, Venüs, İnci, As, Konak, Yeni Melek, Elhamra vs... Son çeyrek yüzyılda bu caddede kapanan sinema salonlarından bazıları... Şimdi birileri –hemen hepsi de bu salonların yok olmasında ön safta yer alanlar- Beyoğlu’nu eski haline döndürmek için elbirliği ile sinema etkinlikleri düzenliyor. Yani Beyoğlu’nun geçmişi gibi geleceği de sinemaya bağlı... Ama işin garibi bu etkinliklerin yapılacağı mekânların yerinde yeller esiyor. Olsun, yine de kimi kuruluşlar, bu bölge belediyesinin oldukça cömert desteğiyle, sinema adına geceler, festivaller, yarışmalar düzenleyip eski günlere dönüleceğinin kör umudunu aşılamaya çalışıyor.
Ama her şey hikâye... Tıpkı İstiklal Caddesi’nin durumu gibi... Zaten bir kent belleğinin iğdiş edilmesinin dramı da tam burada başlıyor.