Festivallerin Uluslararası olma özlemi
Ülkemizde sinemayla ilgili festivallere bakıldığı zaman göze çarpan ilk özellik, tümüne yakının “uluslararası” sözcüğünü içermesi... Neredeyse uluslararası olmayan tek bir festivalimiz yok gibi... Bu moda ya da akım giderek kendi kentinde bile yeterince bilinmeyen - tanınmayan en küçük ölçekli festivallere de sıçradı. Yani tüm festivallerimiz neredeyse uluslararası oldu.
Bir festivalin uluslararası olması için programına birkaç yabancı film eklemesi yeterli oluyor. Hele hele birkaç yabancı konuk da çağırdıysanız iyiden iyiye uluslararası oluyorsunuz. Yani iş bu kadar basit ve de ucuz... Ulusal olup kendi aranızda top oynayacağınız yerde, uluslararası olup dünya açılmanın ne zararı var derseniz, pek de haksız sayılmazsınız. Zararı yok ama, faydasının ne olduğu da kuşkulu. Tabii başlangıçtan beri uluslararası olan A tipi festivallerimizden söz etmiyoruz. Söz konusu olanlar, bunlara özenip de uluslararası olmaya soyunanlar..
YAPAY MUTLULUK
Önce nasıl uluslararası olunur? Sonra da uluslararası olmak bir festivale ne kazandırır? Bu soruların yanıtlarını bizim festivallerimize bakarak vermek gerçekten zor. Çünkü bizim festivallerimizin çoğu, bu işi, birkaç film ve de konukla çözümlemenin kolaylığına düştüğü için ulusallıktan kolayca vazgeçip, sözüm ona dışarı açılmanın yapay mutluluğunu tatmak istiyor. Ayrıca adları ulusal olan festivallerle uluslararası olan festivallerin bakanlıktan aldığı yardımlar da doğal olarak birbirinden farklı oluyor. Kimi festivallerin uluslararası olmasının tek amacı da ne yazık ki bu...
Küçük festivallerin bu küçük hesapları ve de özentisi bir yana, önemli olan, orta ölçekli ulusal festivallerin birdenbire ulusallıktan sıyrılarak uluslararasına doğru yelken açmalarındır. Bu konumdaki festivaller önce ulusal yarışmalarına koşut olarak bir de uluslararası olmayı denediler ve iki yarışmalı festivaller olmaya soyundular. Böylelikle bir açıdan ulusal sinemayı koruma altına alır gibi gözükürlerken, diğer taraftan da ikinci, kimi zaman üçüncü sınıf yabancı filmler ve de jürilerle uluslararasına oynamaya yöneldiler. Bu çift yarışmalı festivallerin bir yararı da, ulusal bölümde çeşitli nedenlerle yarışmasını istemediğiniz filmleri uluslararasına kaydırma gibi bir kolaylığı da getirmesi oldu. Bunun en güzel örneklerinden birisi de geçtiğimiz yıl Antalya Film Festivali’nde yaşandı. Ulusalda -jürinin tertibi nedeniyle- hiçbir ödül şansı olmayan bir filmin uluslararasında birkaç ödülü birden alması gibi...
ÖDÜLÜ BOL AMA SEYİRCİSİ AZ
Ulusaldan uluslararasına giden yolda şimdilerde ikinci perde oynanmak üzere... O da, çift yarışmadan tek yarışmaya dönmek. Yani ulusaldan vazgeçerek yalnızca uluslararası olmak...
Sanırım esas sorun da burada başlıyor. Çünkü ulusal festivalleri yeterince besleyecek nitelik ve de nicelik açısından filmler üretemiyoruz. Tüm festivallerimizin ulusal yarışmaları, ana akım filmlerden daha çok, yalnızca halk arasında yaygın bir sözcükle, “sanat filmi” olarak nitelenen, sonrasında “festival filmleri” adını alan “arthouse” filmlerden oluşuyor. Yani bol ödüllü, az seyircili filmler... İş böyle olunca ulusal olmanın da pek anlamı kalmıyor. Kurtuluş yolu olarak da herkes uluslararasına dönüveriyor.
Sanırım birilerinin söylediği gibi “millî” ve “kendimiz olmak” böyle bir şey...