23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

FETÖ ile mücadelede siyaset teorisi ihtiyacı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

15 Temmuz darbe kalkışmasının üzerinden yedi yıl geçti. Bu süre içinde FETÖ’nün kamu kurumlarındaki örgütlenmesine yönelik bir temizlik yapıldı. FETÖ'nün, klasik bir terör örgütünden çok istihbarat örgütü gibi yapılanması nedeniyle kamuda hala kendisini gizleyen kripto elemanlarının olduğu biliniyor. Ama bu işin teknik kısmı. Küresel hegemonya sistemi içinde rol oynamak üzere geliştirilmiş özel bir örgütlenme olduğu için FETÖ’ye karşı mücadelenin çok yönlü olarak sürdürülmesi gerekiyor. Siyasal örgütlenmesinin yanısıra ekonomik, toplumsal ve kültürel/ideolojik planda da adımlar atılmalı. Oysa özellikle ideolojik mücadele alanında yapılan bir şey yok.

İdeolojik mücadele, sataşmadan veya kalem kavgasından farklı. Karşı tarafın iddialarının dayandığı temel kabulleri bilmeyi, çürütmeyi ve yerine kendi fikirlerinizin haklılığını kanıtlayarak ileri sürmeyi gerektiriyor. Kavram kullanma, soyutlama ve neden-sonuç ilişkileri kuran sistematik bir düşünce tarzı istiyor. Buna siyaset teorisi diyoruz. İdeolojik mücadele siyaset teorisyenlerini gerektiriyor. Bir başka deyişle siyasete Gramsci’nin tarif ettiği türden aydınların dâhil olmasını… Türkiye’de siyaset var. Rekabet var. Kutuplaşma ve düşmanlık da var. Ama ister demokratik sınırlar içinde olsun ister uzlaşmaz düşmanlıklar biçiminde, siyasal güçlerin birbirleriyle teorik tartışmaya girmeleri çok zayıf bir gelenek. Bunun yerine pratik siyaset ağır basıyor. Eline bir şekilde siyasal gücü geçirenin bildiğini okuması, arkasından gelenin onun yaptığı iyi şeyleri bile bozup kendi bildiğini yapması bizde çok yaygın bir uygulama. Bu tür davranışlar hem entelektüel sığlıktan besleniyor hem de onu yeniden üretiyor.

Bu hep böyle değildi ve her siyasal güç için geçerli değildir. İttihat ve Terakki döneminde toplumun önünde Türkçülükten başka gidecek bir yer olmadığı anlaşılınca Talat Paşa, ta Diyarbakır’daki Ziya Gökalp’i keşfedip partinin genel merkez yönetimine girmesini sağlamıştı. Gökalp’in işi toplumsal ilerleme kanunlarının neden bizi milli devlete doğru zorladığını, başka türlü düşünmenin ve yapmanın mümkün olmadığını kanıtlamak ve İttihatçı siyasetlerin meşruiyetinin teorik temellerini kurmaktı. Atatürk döneminde yeni bir ülke kuruluyordu. Kemalistler kendi haklılıklarını gerekçeleriyle birlikte halka ve rakip siyasetlere kanıtlamak zorundaydılar. Başta Atatürk olmak üzere Mahmut Esat ve Recep Peker gibi teorisyenlerin yanı sıra, Şevket Süreyya gibi teorisyenler Kadro Dergisi çevresinde devrimin haklılığının teorik temellerini kurmaya çalıştılar. Çok partili dönemde siyaseti teorik analiz çerçevesine oturtarak yapma işi esas olarak sosyalist hareketin öncülüğündeydi. Ama dümeni ortanın soluna kıran CHP’de de başta Ecevit’in yazdığı kitapçıklar olmak üzere, demokratik düşünce forumları ve dergicilik faaliyeti üzerinden bir teorik temellendirme çabası görüldü. 60’lı ve 70’li yılların konjonktürü bütün gövdesiyle aydınları siyasete çağırıyordu. Bu koşullar siyaseti pragmatizm ve sözlü kültür üzerine inşa etmeyi tercih eden sağ partileri de çeşitli düzeylerde etkilemişti. MHP’de Alpaslan Türkeş doktrin geliştiriyor, yayıncılık faaliyeti yapılıyor, solun teorik üstünlüğünü dengelemek amacıyla milliyetçi bir teorileştirme çabası yürütülüyordu.

12 Eylül darbesinin sosyalist solu ezmesi, siyaset dünyamızda ANAP-merkezli neoliberalizmin galibiyeti ile taçlanınca, siyaset dünyamız “rahatladı!” Artık sistemin bütün partilerinin yükselen değerler etrafında uzlaştığı koşullar oluşmuştu. Aydınlar siyasetin dışına sürüldü ve pragmatizm bütün haşmetiyle geri geldi. Artık siyaset üzerine düşünmek gerekmiyordu. Kaynakların dağıtılması serbest piyasanın “kanunlarına” terk edildi. Tartışacak bir şey yoktu.

Teorinin siyasetten kovulması, özünde siyasetin ölümüdür. 80’den sonra Türkiye’de siyaset bitkisel hayata girdi. Çünkü meşruiyeti kuran teorik temeller tartışma dışı bırakılırsa, geriye kaba güç, pazarlık, patronaj, satın alma, şantaj ve adi çıkar ilişkileri dışında bir kuvvet toplama zemini kalmaz. Ahlak, böyle bir siyaset dünyasının en büyük değeri olur. Kimin hangi sorunu hangi programla çözeceğini tartışmadığınız yerde, kimin daha ahlaklı veya kimin ahlaksız ama icraatçı olduğuna bakmaya başlarsınız.

FETÖ’ye karşı ideolojik mücadelenin zayıf kalmasına neden olan arka plan kanaatimce budur. Sorunlar, çözüm için gereken en elverişli araçlar kullanılırsa gerçekten çözülebilir. FETÖ’nün beslendiği ideolojik kaynakların kurutulması, siyaset dünyamıza bunu yapabilecek yetenekteki güçlerin ağırlık koymasını gerektiriyor.