22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Filmi hiç çekilmemiş film gibi hayatlar

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

70’li yıllardı ve ortaokul son sınıftaydım. TRT televizyonunun siyah-beyaz izlendiği dönemlerde, ilgiyle seyredilen “Leonardo da Vinci’nin Yaşamı”(1971) adlı beş bölümlük mini dizinin bir sahnesi hala belleğimdedir. Leonardo’nun ustası Andrea del Verrocchio’nun atölyesinde, sonradan Venedik’e gönderilip bronz dökülecek olan bir at heykelinin (1480–1496) alçı kalıbı ağır ağır sökülür. Leonardo, yanında bulunan aynı atölyenin genç sanatçılarından birisiyle heykele tutkuyla bakmaktadır. Atölyedeki usta, kalfa ve çırakların hummalı bir koşuşturması vardır; birileri ahşap iskeleden büyük alçı kalıbın üstüne tırmanır, bir başkası atın kafasının kalıbının parçalarını ayaklarıyla iterek çıkarır ve diğerleri alçıdan kalıbı halatlarla aşağı indirilirken yukarıdakilere bağırır: “Yavaş, yavaş”. Bu uzun soluklu çalışma, Leonardo ustanın da dediği gibi “dakikası dakikasına, bugünün dünden oluşmasıyla” gerçekleşmiştir. Verrocchio ustanın “Bartolomeo Colleoni İçin Binicilik Anıtı” isimli bronz at heykeli, bugün Venedik meydanında boy gösteriyor. Bu dizi, bir sanatçının yaşamını konu alan izlediğim ilk filmdi ve beni çok etkilemişti. Yıllar öncesi belleğime kazınan bu sahne Akademi’ye girişimde de önemli bir rol oynadı.

SANATÇI FİLMLERİ

Sanatçıların (özellikle plastik sanatlarda), eserlerini ve sanat yaşamını konu alan filmlere batı sinemasında (Amerika, Avrupa’da) sıkça karşılaşırız. Eğer internetten “sanatçıların yaşamlarını konu alan filmler” olarak tarama yaparsanız, karşınıza birçok eski ustanın ve çağımız sanatçılarının yaşamlarıyla ilgili filmler çıkar. Kimler yoktur ki; Leonardo, Salvador Dali, Picasso, Van Gogh, Kahlo, Loutrec vs. Ancak, bu filmlerin (Frida Kahlo gibi birkaçı hariç) konu olarak ele aldığı sanatçıların çoğunluğu batı dünyasının sanatçılarına aittir. Doğu sinemasında da sanatçı yaşamını konu olarak ele alan filmler çekilmiştir. Rus sineması da kendi sanat dünyasının ustalarını sinema diline aktarmıştır. Örneğin; yönetmen Tarkovsky’in ikona ressamı “Andrey Rublev” (1966) veya Alexander Mitta'nın iki ressamın çekişmesini yansıttığı “Chagal ve Malevich” (2014) filmleri gibi. Özellikle, bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Bu film bana, Akademi’deki öğrencilik yıllarımda resim bölümündeki “soyutçu” ve “figüratifçi” hocaların atölyeleri arasında geçen, tartışmaları ve rekabeti anımsatır. Çin’de de vardır sanatçı filmleri;  Wu Wenguang’ın Tiananmen olayları sonrasındaki beş sanatçının yaşamını konu alan “Pekin’de Başıboşluk” filmi (1990). Sinema sanatında iddiası olmayan ülkelerin de sanatçılarla ilgili filmlerine rastlarız. Dünya’da pek tanınmayan, ama Moğolistan’da çok ünlü olan ressam Marzan Sharav’ın yaşamını konu alan filmi gibi. Nagnaidorj Badamsuren’in 85 dakikalık “Gökkuşağının Beş Rengi” filmi 1979’da çevrilmiş. İzlemenizi isterdim, ancak internetten kaldırmışlar. Afrika’dan bile örnek verebiliriz. Senegalli sanatçı Issa Samb’ın sanat yaşamının son yıllarını ele alan "17 rue Jules Ferry” (2017) adlı filmin yönetmenliğini Samb’ın vatandaşı Wasis Diops yapmış.

SANATÇILARIMIZIN YAŞAMI DEĞERSİZ Mİ?

Bir de ülkemize bakalım, plastik sanatlardan bir sanatçımızın yaşamını ele alan bir filmimiz var mı? TRT’de yayınlanan bazı tarihi konulu dizilerde, zaman zaman sandviç arasına sıkıştırır gibi sıkıştırılan sanatçı karakterleri oluyor. Ancak bu rollere kişiliklerinden ve sanatçı yaşamlarından bir hayli uzak karakterler çizilmiş. “Barbaroslar” dizisinin sürekli iki eli kılıçlarının kabzasında dolaşan, ama harita çizmeyen bir Piri Reis’i gibi. Hayatı boyunca Pargalı’nın dert ortağı olmayı görev edinmiş ama minyatür yapmayan “Matrakçı Nasuh” gibi. Ne yazık ki dizilerde bu roller bir isim olmaktan öteye gidemiyor. İyi ama, sanat tarihimize damgasını vurmuş ressamlarımızın, heykeltıraşlarımızın sanat yaşamları, bir filme konu olabilecek kadar değerli değil mi? Sadece birkaç kısa belgesel var. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi zamanında (bugünkü MSGSÜ), Sinema Televizyon Enstitüsü müdürü Prof. Sami Şekeroğlu’nun hocası Neşet Günal’ın anısına çektiği “Toprak Adamları” (1984) ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun "Gözleri Anadolu'yu Gören Adam" (2006) gibi birkaç belgesel var. Bunlar kısa metrajlı, izleyici ile pek buluşamamış belgesellerdir. Bu kısa belgesellerde anlatılmadık çok şey vardır ve doğal olarak sinemanın hikâye anlatıcı dilinden yoksunlardır.

ABİDİN DİNO’NUN TÜY KALEMİ PİCASSO’YU NASIL ETKİLEDİ?

Ülkemizde plastik sanatlar alanında birçok sanatçı yetişti. Sanatçılarımızın ve ürettikleri eserlerin tarihleri çok eskilere dayanır. Üstelik, onların sanat yaşamlarına sinema gözüyle bakınca hoş ayrıntılar ortaya çıkacaktır. Örneğin; Ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey’in Lagina arkeolojik kazısı sırasında Turgut’taki yapmış olduğu resimler ve karşılıksız aşkı kayda değerdir. Kızın babası: “Ben işsiz güçsüz adama kız vermem” diye evlilik teklifini geri çevirmiştir. Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun; resimlere, müziklere, şiirlere konu olan çalkantılı aşk hayatı “Karadut”u, “Çatalkarası” tek başına senaryo olur. Bir başka “karadut” hikâyesi de heykeltıraş İlhan Koman’a aittir. Evliyken onun da bir “karadut”u olmuştur. Koman’ın eşi Melda hanım da Eren hanımın yaşadığı trajediyi yaşamıştır. Bir gün Melda hanım, Eren Eyüboğlu’ndan kendisine bir resim vermesini ister. Eren hanım da, iki elinde yük taşıyarak yolda yürüyen bir hamile köylü kadının olduğu resmini Melda hanıma hediye eder. Bu tablonun seçimi; belki de iki kadının ortak sıkıntılarını paylaşmanın bir göstergesidir. Melda Hanım, sanatçılardan resim almaya devam eder. Paris’teyken Fikret Mualla’dan da bir resim satın alır, hem de iki kez… Fikret Mualla, Komanlar’ın evine gelip bir tabak pilakiyi sıyırdıktan sonra, duvarda asılı olan resmine gözü takılır. Daha önce sattığı bu resim için Melda hanıma: “Sen bu resmi benden ucuza aldın” der ve resmi Melda hanıma tekrar satar. Fikret Mualla o sıralar büyük para sıkıntısı içinde olduğu gibi, yalnızlık içindedir de. Yaşamı karşılıksız aşklar ve memleket özlemiyle doludur. Yaşamının son günlerinde yalnız yaşadığı Reillanne köyü, ona buruk bir sürpriz de hazırlamıştır… Bohem bir sanatçının yaşamını konu alan film yapılacak olsa, Fikret Mualla’nın biçilmiş kaftan olduğunu düşünmüşümdür hep. Mualla, Paris’e geldiğinde ona en çok destek çıkan gönlü zengin ressam Abidin Dino olmuştur. Ölümü John Berger’i bile böğüre böğüre ağlatan Abidin Dino’nun, sürgünlerden Paris’e uzanan yaşamı da ilginçtir. Yakını Gül Ar’ın anlattığı bir anısı film karesini andırır. Paris’teki sanatçıların toplandığı bir kafede Dino, Çorum’dan getirdiği kuş tüyünü mürekkebe batırarak kağıda bir şeyler çizer. Bunu gören Picasso, gece eve dönünce içindeki tüyler için ne kadar yastık varsa söker, ortalık uçuşan tüylerle dolar. Picasso’nun sevgilisi Dora Maar bu işe çok sinirlenir ve ertesi gün kafeye gelip Dino’yu fena halde azarlar. Bir film sahnesi düşünün; havada uçuşan tüyler arasında Picasso henüz yakaladığı tüylerden birisini mürekkebe batırıp kağıda eskiz yapmaya çalışıyor.

KURUMLARIMIZ VE YÖNETMENLERİMİZ VAR

Renkli sanat yaşamı olan Kadın sanatçılarımız da vardır. Örneğin, Fahrünissa Zeyd’in Avrupa ve Orta Doğu’daki sanat hayatı, zengin anılarla doludur. Sanatçı bir aileden gelen Fahrünnisa’ın kardeşi ressam Aliye Berger’in yaşamı da filme konu olabilir. Berger’in resme ilgisi Fahrünnisa'nın köşkün bahçesinde resim yaparken bayılmasıyla ortaya çıkar. Ablası içeriye taşındıktan sonra, bahçede onun fırça ve boyalarıyla baş başa kalan Berger’in içinde resim sanatına karşı ilk kıpırdanmalar başlar. İnsanın aklına bu “baş başa kalmaya” dair ne güzel sahneler geliyor. Ressam Aliye Berger, sanatı gibi kocasına da sevdalıdır. Eşine olan tutkusu yüzünden onu takip eder ve gece yarısı bir evin kapısına dayanır. Kıskançlığın verdiği çılgınlıkla kapıyı ilk açanı tabancayla yaralar. Kocası Karl ise alt kattan kaçarak canını zor kurtarır.

Kültürel mirasımız olan ve yaşamları filme konu olabilecek sanatçılarla ilgili listemiz uzar gider. Bu işi yüzünün akıyla yapacak, başta Kültür Bakanlığı, TRT, MSGSÜ Sinema Televizyon Bölümü gibi güçlü kurumlarımız ve çok başarılı yönetmenlerimiz de var. Ayrıca, resmi ve özel kurumların böyle projelere bütçe ayıracağını da düşünüyor ve umut ediyorum. Geriye bu işe gönül koymak kalıyor galiba.