Fişi çekilecek hastalara aileleri ve Türkiye umut oldu
Ancak genç kadının durumu kötüleşmeye devam ediyor ve günlerce süren belirsizlikten sonra sonunda akut lösemi teşhisi konuluyor. Zwolle'deki Isala Hastanesi doktorları hemen kemoterapiye başlıyorlar.
Babası Oğuz Şahin, yılbaşı gecesi Dilara'nın aniden yapay komaya girdiğini ve bir kalp-akciğer makinesine bağlandığını söylüyor: “Onkoloji bölümünün yoğun bakım ünitesindeydi. İki hafta geçmeden doktorlar yapabilecekleri bir şey olmadığını ve Dilara'nın artık kalp-akciğer makinesi olmadan yaşayamayacağını söylediler. Ne söylediysem işe yaramadı, fikirlerini değiştiremedim. Doktorlar son kararlarını vermişlerdi. Burada mümkün değilse, başka bir ülkeye götürelim dedim. Ambulansla, önce havaalanına, sonra uçakla Türkiye'ye ya da Almanya'ya ? Mümkün değil, dediler. Diğer bir hasta da bu durumdaydı ve kalp-akciğer makinesine bağlı olduğundan ambulansla taşınamamıştı ve öldü dediler.”
Kızlarının bu kadar kısa sürede ölüme terkedilmesi aile için kabul edilemezdi. Baba Oğuz Şahin: “Kızımız ölüme terk edilince, mücadele etmeliydim. Etmezsem benim için ömür boyu sürecek bir travma olurdu. Bana 'Neden ısrar ediyorsun?' dediler. Yüzde sıfır bile yaşama şansı olmadığını, böyle durumlarda bu kararı aldıklarını söylediler. Ben de onlara şöyle cevap verdim: “Yüzde sıfır diyorsunuz ama bizim inancımıza göre o sıfırın yanında bir virgül vardır, yani yüzde sıfır virgül bir! İnsan bir amaç için savaşırsa her zaman bir şans vardır!”
Oğuz Şahin, onlarca yıldır Hollanda'da. Dilara Hollanda'da doğup büyümüş. Şahin: "Böyle bir fiş çekme bizce cinayettir. Ben kızımı öldüremezdim.” Aile bir yandan dava açarken, bir yandan da medyadan yardım istiyor. RTL Nieuws medya ve bazı gazeteler olayla ilgili haber yapıyorlar. Ama doktorlar ısrarını sürdürüyor!
Ailenin başvurusu Türk makamları tarafından kabul edilir edilmez, açtıkları davayı iptal ediyorlar ve genç kız ambulansla Amsterdam havaalanına, oradan da Türkiye`nin gönderdiği ambulans uçakla Türkiye'ye getiriliyor.
İstanbul`da Pendik Hastanesi'nde tedavi altına alınan Dilara, birkaç hafta içinde ayağa kalkıyor, konuşmaya başlıyor. Baba Şahin: “İstanbul'a geldikten bir buçuk ay sonra sanki bebek olarak yeniden doğdu! Çünkü yürümeyi, su içmeyi, yemek yemeyi unutmuştu. Başını sağa sola bile çeviremiyordu önceleri. Zwolle'deki hastanede ciğerlerindeki sıvıyı çıkaramadıklarını söylemişlerdi, ama İstanbul'da bu sorun çözüldü. Her gün yanında kaldım. Kızıma ellerini hareket ettirmeyi, yemek yemeyi, tekrar gülümsemeyi öğrettik. Artık her gün sohbet ediyoruz. Oturduğumuz yerde, yan yanayken bile birbirimizi özlüyoruz. Gazetelerde kendisiyle ilgili haberleri okuyunca çok şaşırdı. Kardeşinin kemik iliği eşleşmiş durumda, doktorlar kızıma kemik iliği nakli yapmaya hazırlanıyor. Kızımın en büyük hayallerinden biri İstanbul'u görmekti, İstanbul'u birlikte gördük ve o anları ölümsüzleştirdik. Her gün çocuğumun kokusuyla ciğerlerimi dolduruyorum. Hep birlikteyiz, her saat bir ömür gibi geliyor. O bize bakıyor, biz ona, birlikteyken bile birbirimize doyamıyoruz. “
‘O GÜNDEN SONRA ELİNİ HİÇ BIRAKMADIM’
Birçok Avrupa ülkesinde, özellikle Hollanda`da hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde birçok göçmen kökenli hasta Dilara örneğini yaşadı. Özellikle korona salgınından sonra sıklaşan bu örnekler, göçmenlerde endişe yaratıyor. Vakaların çoğu korona ile ilgiliydi ve bazıları Hollanda medyasına yansıdı: İlhan Duman, Selahattin Kandaz ve Musa Tuncer vakaları.
Yansımayanlardan biri Nimet hanım vakası idi. Doktorlar Gülay'a koronavirüs nedeniyle hastaneye kaldırılan annesi Nimet Hanım'ın fişini çekeceklerini söyleyince Gülay'ın tepkisi Dilara'nın babasından farklı olmamıştı: "Şok olmuştum! Umut yokmuş ve annemin bağlı olduğu Optiflow cihazını çekeceklerdi. Yatağının yanına oturdum ve saatlerce elini tuttum, sanki eli onun hayatı, benim elim onun şifasıydı.”
Nimet Hanım, eşi Orhan bey ve 35 yaşındaki kızları Gülay salgının karanlık günlerinde hepsi aynı anda koronaya yakalanmıştı. Hollanda'da doğup büyüyen Gülay, Lahey'de bir mağazada kasiyer olarak çalışıyordu. Onun semptomları hafifti, ancak kalp ve şeker hastası olan 70`lerindeki babasının ve annesinin durumları birkaç gün içinde kötüleşecekti. Anne bir gece nefessiz kalınca ambulansla hastaneye götürülecekti. Babanın durumu da ciddiydi ama hastahanelerin dolu olması nedeniyle evde karantinada kalması istenmişti.
Gülay: “Benimse sadece burnum akıyordu, doktorlar, yarı komadaki yaşlı anneme bakmak için hastanede kalmamı istediler. Çünkü hem personel azdı, hem durum kaostu orada, hem de annem yeterince dil bilmiyordu. Bu nedenle geceleri annemle kalmaya, gündüzleri evde babama bakmaya başladım. Öğleden sonraları sadece üç ila dört saat uyuyabiliyordum. Hem de korona olduğum için çok yoruldum, iki üç haftada beş-altı kilo verdim, çok ağladım.“
Yanında kalmazsa annesine özenle bakılmayacağı izlenimine kapılıyor: “Annem kalbi için her gün çok fazla ilaç almak zorundaydı, Birkaç kez hemşireler ben yokken yanlış ilaç vermişler, uyuşmuş ve ertesi gün uzun süre uyanamamıştı. Bir keresinde uyurken Optiflow cihazınının borusu ağzından düşmüş, neredeyse ölüyormuş! Hemşireler iyi niyetli ama deneyimsiz, çok meşgul ve yorgundular.”
Beşinci gün doktor geliyor ve annenin yaşama şansının hiç kalmadığını söylüyor: "Optiflow cihazına bakın, oksijen basıncı hiç 80'in altına düşmüyor, düşmüş olması gerekirdi, yani bu cihaz olmadan yaşamasının imkansız hale geldiği anlaşıldı. Hiçbir şey yiyemiyor neredeyse. Yarın akrabaları gelsin veda etsin, fişini çekmemiz lazım.”
Doktoru duyar duymaz Gülay hıçkıra hıçkıra ağlıyor: “Bu nasıl olur! Hastaneler insanları yaşatmak için vardır. Hayatlarına son vermek için değil! Nasıl birkaç doktor bir başkasının hayatına son vermeye karar verebilir. Annemle benim ne düşündüğümüz önemli değil mi?" Ancak kısa bir süre sonra hemşirelerden doktorun anneye bir hafta daha süre verdiğini duyunca ilk işi sürekli annesinin elini tutmak olur. Bırakırsa ölecekmiş gibi gelir.
24 saat annesinin yanınaki bir yatakta yatıp uyumaya başlıyor. Rotterdam'daki Türkiye Başkonsolosluğu, başvuruda bulunabileceğini, bir süre beklemesi gerektiğini söylüyor. Ama doktorlar sadece bir haftacık `izin` vermişlerdir.
KENDİ AKCİĞERİNİ VERMEK
Bütün bu çabalar etkili olamayınca Gülay sonunda sorunu kendi başına çözmeye karar veriyor: kendi ciğerlerinden birini annesine vermek!
Hatta gerekirse her iki ciğerini de, kendi hayatı pahasına. Doktorlar Gülay'ın çok ciddi olduğunu anlıyor. Bunun mümkün olmadığını söyleseler de ikna edemiyorlar.
Derken, birkaç gün sonra, Optiflow göstergesi nihayet ilk kez 70'in altında, ardından 60'ın altında bir değer gösteriyor. Anne artık sık sık cihazsız nefes alabilmeye başlıyor.
Bu gelişmeyi yakından izleyen kadın doktor üzgün bir ifadeyle yatağının başucuna geliyor ve fişi çekme yanlış kararından dolayı Gülay'dan özür diliyor. Karşılığında Gülay ona ertesi gün kocaman bir buket çiçek veriyor. İki hafta sonra anne tamamen iyileşiyor. Mahallesindeki göçmen komşuları, “Yalnız olsaydı, annesi şimdi hayatta olmazdı” diye konuşuyorlar.
Gülay'ın evde karantinadaki babası da her gün iyileşmekte, neredeyse tamamen, ama bir gün. Ta ki bir gün Gülay eve gelince onu yerde yatarken görene kadar.
Acil serviste babaya inme indiği ve felç geçirdiği anlaşılıyor. Halen pozitif olduğu için hastanenin karantina koğuşuna yatırılıyor. Gülay: “Vücudu felç olmuştu, konuşamıyordu. Geçmişte kalp ameliyatı geçirmişti. Doktorlar, `Yoğun bakım ünitesi, yaşama şansı olan başka hastalarla dolu, bu yüzden onu oraya koyamayız` dediler. Ama yoğun bakımda iki yatak boştu, gördüm. İki uzman doktor, daha fazla acı çekmemesi gerekçesiyle, morfinle hayatına son vermeye karar verdi.” Gülay iki doktora bağırarak sesini yükseltiyor: “Yoğun bakım istiyoruz doktor.” Doktor: "Üzgünüm, bu imkansız."
Sadece iki gün daha ertelemeye ve babasına göz kulak olmaya karar veriyor doktorlar, o da Gülay`ın ısrarıyla. Gülay: “Acil servise bu kadar ağır ve felçli getirilen bir insanın yoğun bakıma alınmamasını ve aksine daha ilk gün hayatına son vermeye karar vermelerini kabul edemedim. İki doktor nasıl olur da ilk bakışta, bir başkasının hayatına karar verebilir. Babamı tıbben doğru dürüst araştırmadılar bile. Bence o sırada insani bir zihniyet sorunu vardı açıkça ortada. Sonraları felç durumlarında standart bir hastane protokolü olduğunu öğrenecektim. Ama babama uygulanmamıştı. İki gün sonra, onun ölüm haberini aldığımda şok oldum. Kanıtım olmadan kimseyi suçlayamam ama yine de benim bilgim olmadan morfin vererek ötenazi yapıldığından şüpheleniyorum. İnme durumu protokolüne uyulması gerekiyordu. Ayrıca bir başka hastahane veya başka uzmanlardan ikinci bir görüş alma fırsatım da olamadı. Kimseyi suçlamıyorum, bu uygulama tamamen alışılmışın dışındaydı ve babam artık yok."
‘BABANI NE KADAR DA ÇOK SEVİYORMUŞSUN’
Almelo`lu dükkan sahibi Mehmet Erdem (67), solunum şikayetleri ve yüksek ateş nedeniyle koronaya yakalandıktan birkaç gün sonra ambulansla Almelo'daki ZGT hastanesine kaldırılıyor. Altı hafta karantinada tutuluyor. Çoğunlukla bilinçsiz halde. Altıncı hafta doktorlar aileye tedaviye devam etmenin anlamsız olduğunu ve fişinin çekileceğini söylüyorlar.
Mehmet Erdem: “Oğlum isyan ediyor. Böyle bir kararı asla kabul etmeyeceğini söylüyor. Sanırım doktorları etkilemiş, bana bir hafta daha verdiler. Çare ararken Amsterdam'da durumu benim gibi ağır olan Türk asıllı birinin 4-5 ay önce ambulans uçakla Türkiye'ye götürüldüğünü duymuş. O kişi orada iyileşmiş, hatta Hollanda`ya dönmüş. Oğlum o kişiyi Amsterdam'da bulup bilgi almış.“
Aileyi bir mutluluk duygusu sarıyor. Deventer'deki Türk Konsolosluğu görevlisi, işlemleri anlatır, gerekli başvuru formlarını veriyor. Oğlu bu belgelerle birlikte ZGT Hastahanesi doktorlarına geri dönerek izin istiyor.
ZGT'nin doktorları, Türkiye'nin ambulans uçak göndereceği haberi karşısında şaşkına dönüyor. Erdem: “İlk başta inanamadılar. Sonunda dediler ki: 'Onsuz yaşayamayacağını şimdi anladık, babanı ne kadar da çok seviyormuşsun. Bu durumda kararımızı değiştireceğiz, tekrar deneyeceğiz.” Tekrar tedaviye devam etmeyi kararlaştıran doktorlar beni yoğun bakıma aldılar. Dört ay orada kaldım. Şimdi çok iyiyim, kendi işimi kendim yapabiliyorum artık. Oğlum ve Türkiye`nin yardım haberi olmasaydı ben şimdi ölmüş olurdum. İlk başlarda farklıydı ama, sonradan yoğun bakımda bana iyi baktılar. Haklarını yiyemem. Bir insanın hala nefes almasının ona yardım etmek için yeterli olduğuna inanıyorum.”
Haftaya devam edecek