Fotoğraf gerçeği ne kadar yansıtır?
Fotoğrafın gerçeği ne kadar yansıttığı belki de fotoğrafın icadından hemen sonra başlayan bir tartışmanın temel -ve de süreç içinde gelenekselleşen-konularından biridir. Fotoğrafın icadına önceleri kimi ressamların karşı koyup” sanatımız elden gidiyor” feryatlarına sarılması, yeni icadın katıksız bir gerçekçiliğin uygulayıcısı olabilme özelliğinden daha çok, aslında, kurgulanmaya kapalıymış gibi gözüken yanıltıcı yanından ötürü olmuştur.
Fotoğraf üzerinde söylenmiş alışıldık ve yaygın sözlerden biri de, bir fotoğrafın bilmem kaç kelimeye -yoksa sayfaya mı?- bedel olduğuna ilişkin olanıdır. Gerçekten de kimi fotoğraflar bu sözün ne denli doğru olduğunu kanıtlarlar. Bu konuda örnekler o denli çoktur ki, saymakla bitmez. Örneğin; Tımothy H. O’Sullivan’ın (1840-1882) Amerikan İç Savaşı’nda 50 bir askerin ölümüyle sonuçlanan büyük çatışmanın yalnızca bir anını saptayan “A. Harvest of Death / Bir Ölüm Hasadı” nda cesetlerden sanatsal anlamda ölümsüzlüğe uzanan karesinden tutun da, Robert Capa’nın (1913-1954) Çıkarma Günü’ne... Nick Ut’un (1951) Trang Bang köyü yakınlarındaki bombadan kaçan çoluk çocuk köylülerinden, Dorothe Lang’ın (1895-1965) “Migrent Mother/Göçmen Anne” ye kadar binlerce fotoğraf... Her biri gerçekten de binlerce kelimeyle anlatılmayacak denli yoğun, çarpıcı ve de belleklere kazınıp ömür boyu taşınan karelerdir.
Konumuz elbette ki, sanatsal-kültürel veriler eşliğinde fotoğrafın gerçeği ne denli yansıtıp yansıtmadığı değil. Yalnızca bu ana fikirden yola çıkarak, günümüzde neredeyse yaygın bir kullanım haline getirilerek, kimi değişim-dönüşümlere alet edilmesi sorununa değinmektir. Günümüzde “Foto manipülasyon” olarak tanımlanan bu yöntemin kökeninin de - ya da uygulanış biçimi ve istenilen biçime sokuluşunun da - çok eskilere, dayandığını söyleyebiliriz.
Bu konuda da fotoğrafın gerçekçiliğini yansıtan örnekler kadar olmasa da, özellikle dönemlerine damga vuran bir dizi önemli ve de çarpıcı çalışmalar bulunmaktadır.
“Foto manipülasyon” için “ görüntüleri dönüştürme becerisi dijital çağda o kadar yaygınlaştı ki fotoğraf manipülasyonunun neredeyse fotoğrafın kendisi kadar eski bir kavram olduğu unutuldu” denilmektedir. Dijital çağın bu konudaki en masum -ve de hoşa gidilecek - örneklerinden ilk akla gelen ise, hiç kuşku yok ki, var olan görüntüler üzerinde yeni düzenlemeler yapmamıza olanak sağlayan PhotoShop yöntemiyle kamuoyunda popüler olmuş kişilerin fiziksel görünümlerinin -ve de deformelerinin- sürekli değişme uğratılması gelmektedir.
Ama ne var ki bu değişimler, sevdiklerimizin ve de her daim genç ve güzel kalmalarını arzuladıklarımızın fiziksel olgularının dışına taştığında, masum olma konumlarını yitirdikleri gibi, bir başka istenmeyen ve de arzu edilmeyen, toplumları yanılgıya sürükleyen, sevdiklerimizi itibarsızlaştıran, sevmediklerimizi ise yücelten kimi durumları da ortaya koyabilmektedir.
İşte tam da bu nokta da, yanıtı bugüne dek pek inandırıcı bir şekilde verilmemiş olan “fotoğrafın gerçekçiliğinin” sorgulanması başlar. Ayrıca fotoğrafın “yalan söylemediği” gerçeğini de kuşkulu bir hale sokar...
Benden söylemesi, siz, siz olun, her fotoğrafa inanmayın... Hele hele ......olanlarına ise hiç ama hiç inanmayın...
Bir fotoğraf kalmıştı yalan söylemeyen, o da zaman uyup gitti...