Fotoğrafın 45 yıllık emektarı: Cengiz Akduman...
Cengiz Akduman fotoğraf içinde yeri olan bir sanat adamıdır. Biz onunla belli bir dönemde yüz yüze görüştük. İstanbul’a geldiğim yıllar, en çok Cağaloğlu’nda Cengiz Karlıova’nın atölyesine uğrardım. Cengizler o yıllarda bir diabank kurmuşlardı, oturur üçümüz sohbet ederdik; fotoğraf üstüne sanat üstüne o yıllarda Cengiz Akduman çok yoğun fotoğraf üretirdi. Biz sonrasında az görüştük ancak hep birbirimizi arayıp sorduk. Ben Akduman’ın çalışmalarını izledim. İstanbul’la ilgili siyah-beyaz fotoğrafları her zaman ilgimi çekti. Emektar fotoğrafçılardan birisidir. Şimdi Ankara’da yaşıyor, orada kendisi gibi fotoğrafçı Nursabah Elif Başcı ile evlendi. Cengiz çok az sergi açar. Umarım Ankara onun güzel bir sergisini görür. Başarılar diliyorum.
Cengiz Akduman
ÇOCUKLUK YILLARI
- Nerede doğdunuz, çocukluğunuz o yıllarda yaşadığın mahalle ve mekanlar ve kentin yaşamı anımsadığınız kadarıyla anlatır mısınız?
1952 yılında İstanbul’da o dönemde kentin en güzel semtlerinden biri olan Yedikule’de doğdum. Mahallemizde Ermeni, Rum ve Yahudi arkadaşlarımızla birlikte ve çok mutlu yaşardık. Sonra çocuk aklımızla algılayamadığımız 6-7 Eylül olayları oldu. Ardından bir gün önce mahallede beraber bisiklete bindiğimiz Rum arkadaşlar ertesi gün yok oldular. Meğer Yunan Pasaportu ile burada yaşarlarmış paldır küldür sınır dışı edilmişler.
Çocukluğumu biçimleyen bir başka şey de ilkokul hocam Nevreste Boysan. Rahmetli Aydın Boysan’ın annesi. Sevginin, çocuğa şevkatin ve merhametin ne olduğunu ondan öğrendik. Bilgili, vatansever olmayı da.
Yetmedi çocukluğumuzun içine bir de 27 Mayıs devrimi sığdı. Sonrasında tokatlar sırayla gelmeye başladı 12 Mart muhtırası ve on yılda bir gelen darbeler.
Keyifli ve kaliteli bir lise hayatı yaşasam da ki Vedat Günyol, Rauf Mutluay, Ayten Kösebay gibi hocalarda yetiştik. Terör yüzünden üniversitede tatsız tuzsuz bir ITIA macerası yaşadım.
Bütün bunları yaşarken gençliğimizde şimdikinden daha fazla sanat izleme olanağı vardı. AST İstanbul’a turneye gelir kapalı gişe oynardı. Dostlar Tiyatrosu’na bilet bulmak mucizeydi. Şehir tiyatrolarında Şener Şen “Aslan Asker Şıvayk” oynar, Münir Özkul’a LCC sahnesine zor yetişirdik.
- Hangi okullarda okudunuz? Öğrencilik yıllarında nelere meraklıydınız neler okurdunuz? Yoğun biçimde izlediğiniz sanatçılar, yazarlar var mıydı? Bugün var mı?
Atatürk Erkek Lisesi’nde (Beyoğlu) Rauf Mutluay ve Vedat Günyol hocalarımdan kitap okuma zevkini aldım. Hemen her kitabı olanaklarımız ölçüsünde okurduk. O dönemde Maksim Gorki, Kemal Tahir, Yaşar ve Orhan Kemal okuduğum romancılardı. Ama aynı dönemde ülkede sol akım kaynak kitaplar çokça yayınlanıyordu. Öncelik onlardaydı.
Şu anda bir yandan eskileri tekrar okuyorum. Bu son korona hapsinde Kemal Tahir’in tüm romanlarını yeniden okudum. Ama son zamanlarda şiir kitaplarına daha bir eğilimim arttı diyebilirim. Yaş aldıkça romantizm artıyor mu ne?
Göksu İstanbul,1980
- Fotoğrafla ne zaman buluştunuz, neler çekerdiniz ilk yıllarda? Dünya fotoğrafçılarından kimleri beğenirdiniz? Sergiler açmaya ne zaman başladınız, ilk serginizi ne zaman nerede açtınız? Kaç sergi gösteri oldu, onlardan da söz eder misiniz?
Fotoğraf çekmeye 1975 yılında başladım. Ancak öncesinde fotoğrafa meraklı olan ağabeyimin ne kadar fotoğraf albümü varsa hepsini didik didik etmiştim. Eugen Smith, H.C.Breson, Robert Doisneau, Walker Evans ve Mark Ribaud fotoğraflarını hayranlıkla izlediğim ustalardı. Fotoğrafçılığımın şekillenmesinde bunlar mutlaka etkili olmuştur.
O dönem Sirkeci’den makina alıp, Karaköy’de 10 kare fotoğraf çekip, Kadıköy’de “photographer” olunmayan saygın ve zor dönemlerdi.
1975 yılında başlayan serüven beni ileri bir fotoğraf amatörü yapmıştı. Ticaretle uğraşıyordum, baktım olacak gibi değil fotoğrafı meslek olarak yapmaya karar verdim. 1984 yılında ilk atölyemi Galatasaray’da açtım.
Reklam ve tanıtım fotoğrafı çektiğim bu atölyede bir yandan da kendim için fotoğraf çekme olanakları yaratmaya çalıştım. Bu atölye 2014 yılına kadar çalışmasını sürdürdü. O tarihten beri artık fotoğrafın tamamen keyif kısmını yaparak dinleniyorum.
İlk sergim 1979 yılında bir arkadaşla ortak, Edirne Güzel Sanatlar Galerisi’nde açılacaktı. Ama arkadaşın son anda cayması ile ortak sergi benim ilk kişisel sergime dönüştü.
Ben çok sıklıkla sergi açan biri değilim. Bu konuda hem tembel hem de biraz seçiciyim galiba. 45 yılda dördü yurtdışında toplam 19 kişisel sergi açmışım. Ancak yaptığım dia ve dijital gösterilerin sayısını hatırlamıyorum.
- Albümleriniz yayımlandı, onları anlatarak fotoğraf kitaplarının ve fotoğraf albümlerinin ülkemizdeki izlenme oranını nasıl buluyorsunuz? Ödüllerinizi de anlatır mısınız?
Son yıllarda yayımladığım albümler; “Anlar ve Anılar” (1999), “Fotoğrafta Kırk Yıl” (2015), “Doğuda Dört mevsim” (2016) ve son olarak “Panatolia” (2019).
Ben, fotoğrafların albüm haline gelince kalıcı olacaklarına inanıyorum. Sergi ve gösteriler buz üstüne yazılan yazılar gibi.
Ancak bu ülkede albüm kitap yayımlamak akıl karı değil. Çünkü kitaba ilgi az, okuma oranları belli. Son açıklanan, Türkiye’de kitap alma oranı binde üç. Bunun üstüne bir de ekonomik sıkıntılar, arkasından da koronavirüs bakalım bundan sonra neler olacak?
Son zamanlarda en çok karşılaştığım soru; “yeni kitap projen var mı?” Bundan böyle sponsor bulmadan kitap yayımlayacağımı sanmıyorum.
EN BÜYÜK ÖDÜL
Ödüllere gelince; Ödüller çok önemsemediğin taktirde yeni başlayanlar için önemli bir itici güç. Ama son yıllarda görüyorum ki bu yarışma işi ticari bir hale dönüşmüş. 1990 yılından beri uzak durmaya çalışıyorum. Yarışmalardan aldığım uluslararası unvanları da yine bu tarihten itibaren kullanmıyorum.
Benim için en büyük ödül; kitaplıklarda duran kitaplarım, satın alanların duvarlarında sergiledikleri fotoğraflarım ve İstanbul Modern gibi kurumların arşivlerindeki fotoğraflarım. Bunlardan daha büyük ödül var mı?
Ağrı,2010