Fransa polis devletine dönüştü! Polisin öldürme ruhsatı
Geçen hafta Fransız devletinin yabancılara (düzenli-düzensiz göçmenler) karşı ırkçı yasalarını yazmıştık. Bu hafta Fransa’nın güvenlik yasalarıyla polise verdiği yetkileri yazacağız. Polisin öyle yetkileri var ki nasıl olur da sözüm ona “İnsan Hakları” ülkesi Fransa’da insan hayatının hiçe sayıldığı, neredeyse her alanda özgürlüklerin kısıtlandığı durumlara tanık oluyoruz?
Dışarıdan demokratik ülkelerin beşiği olarak algılanan Avrupa; polis kurşununun, polis copu ve plastik mermilerin havada uçuştuğu birer polis devleti durumuna gelmiştir. Fransa bunların başını çekmektedir.
Hak ve özgürlükler için, ekmeğiniz için isyan ediyorsanız size demokrasi yoktur. Yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı eylem yapıyorsanız size demokrasi yoktur. İş güvenliği ve işsizliğe karşı ayağa kalkıyorsanız size demokrasi yoktur. Hele birde göçmen ve mülteciyseniz size hiç demokrasi yoktur.
Ne vardır? Polis copu vardır, polis panzeri vardır, biber gazı vardır, plastik mermi vardır, göz altı ve tutuklama vardır. Hatta polisin gerçek mermisi vardır. Polis kurşunuyla can veren insanlar vardır.
Özellikle etnik ve sosyal çeşitliliğe sahip olan banliyölerde, polis yetkisini kötüye kullanarak kötü niyetli ve sistematik kimlik kontrolleri gibi ayrımcı uygulamalar da bulunmaktadır.
FRANSA’DA DEMOKRASİ TARİH OLMUŞTUR
1789 Burjuva Demokratik Devrimini gerçekleştiren, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisini 1791′de kabul ederek Anayasası’na önsöz olarak ekleyen ülkedir Fransa. Devrimler ülkesi olarak da bilinir. Anayasanın 2. Maddesinde Cumhuriyetin veciz ifadesinin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” olduğunu ve Cumhuriyetin ilkesinin; “Halkın, halk tarafından ve halk için yönetimidir” yazılıdır. Ama bunlar tarih olmuştur, tarihte kalmıştır. Bugünün emperyalist Fransa’sı devlet aklını kaybetmiş, yöneticileri halktan kopmuştur.
Bütün dünya bilir ki, Fransız polisi bugün olduğu gibi dün de hakkını aramak, demokratik, ekonomik ve sosyal taleplerini dile getirmek için sokağa çıkan eylem yapan işçiye, memura, emekliye, çiftçiye, esnafa ve öğrenciye de vahşice saldırmıştır.
Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok; daha 4-5 yıl önce 2 yıl süren Sarı Yeleklilerin haklı mücadelesinin nasıl polis copuyla, plastik mermiyle, biber gazıyla bastırmaya çalıştığını dünyada duymayan bilmeyen kalmadı.
Demokratik bir ülkede haklarını savunmak için eylem yapanlara kulak verilir, diyalog kurulur, masaya oturulur, dinlenir. Ama yok! İlla polis gücüyle bastıracak. Son örnek erken emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkaran yasa tasarısına karşı aylarca sokağa çıkan eylem yapan milyonlara kulak verilmemiştir ve bastırılmaya çalışılmıştır.
Halkını korumayan, doyurmayan, eğitmeyen, toplumsal ve sosyal barışı sağlayamayan bir devlet demokratik olabilir mi?
Halktan yana değil, sermayeden ve küresel efendilerden yana olan, içerde ve dışarıda onların çıkarlarına uygun program ve politikaları savunan, halkını yoksullaştıran, mutsuz eden üstüne üstlük bir de polis baskısıyla terbiye etmek isteyen bir devlet demokratik olur mu?
Ulusal değerlerini, kültürünü yok eden, dünyanın en saldırgan ülkesi ABD emperyalizmi ve onun vurucu gücü olan NATO’nun askeri olan bir ülke demokratik ve bağımsız olabilir mi?
Elinde milyonlarca Vietnamlının ve başta Cezayirliler olmak üzere Afrikalının kanı olan sömürgeci Fransa’dan demokratik bir ülke olarak bahsedebilir miyiz?
POLİS KURŞUNUYLA CAN VERENLER
Fransa’da kırk yıllık yaşamım boyunca özellikle Lyon ve Paris’te yaşanan işçi, öğrenci, göçmen kısaca tüm halk hareketlerinin içinde bulundum ve gazeteci olarak izleme olanağına sahip oldum. 80’li yıllarda göçmenlerin mücadelesi, 90’lı yıllarda neoliberalizmin dayatıldığı küreselleşmeye karşı kitlesel eylemler ve işçilerin hak mücadelesi polis ve jandarma gücü ile bastırılmaya çalışılmıştır.
Tam bir polis şefi olan Sarkozy’nin içişleri bakanı olduğu Ekim 2005’te polis kontrolünden kaçan 15-17 yaşlarında biri Arap, biri Siyahi ve biri de Türk 3 genç sığındıkları trafoda elektriğe çarpılarak 2 Afrikalı genç yaşamını yitirmiş ve Türk genci sağ kurtulmuştu. Bunun üzerine aynı geçen yıl olduğu gibi Fransa banliyö geçlerinin haftalarca isyanına sahne olmuştu. 10 binin üzerinde araç, onlarca belediye otobüsü, okul, sosyal merkez, postane, polis karakolu yakıldı ve tahrip edildi. Hemen her gece polisle gençler arasında çatışmalar yaşandı. Göz yaşartıcı bomba, plastik ve gerçek mermi, av tüfeği kullanıldı. 3 binin üzerinde genç tutuklandı; 180 kişi hemen yargılanarak cezaevine kondu. Bu olaylar, banliyölerde yaşayan yıllardır ihmal edilen yokluğa ve yoksulluğa terkedilen göçmen ailelerin ve işsizlik içinde kıvranan çocuklarının bir başkaldırısıydı. Nedeni yine göçmen çocuklarına yönelik bitip tükenmeyen polisin keyfi kontrolleriydi.
Fransa’nın sadece yabancı kökenli Fransızlara değil kendi halkına da yukardan bakan, onlardan kopan yönetici elitleri düzene başkaldıran insanlarını zalimce bastırmaya çalışmıştır. 2018-2019 Sarı Yelekliler Halk Hareketi ve hemen ardından mezarda emekliliği dayatan yasalara karşı milyonların katıldığı gösteri ve yürüyüşleri hatırlayalım. Cumhurbaşkanı Macron ve hükümeti Fransız halkının çığlıklarına kulaklarını tıkadı, duymadı, duymak istemedi. Hareketin bu kadar uzayacağını da öngöremediler. Biber gazıyla, tazyikli suyla, plastik mermiyle, copla bu hareketi bastıracaklarını düşündüler. Ama bunu başaramadılar. Polis şiddeti yetmedi, gösteri ve yürüyüş özgürlüğünü kısıtlayan anti demokratik yasalar çıkardılar, gene olmadı. İlk dört ay içinde 11 kişi polis kurşunuyla yaşamını yitirdi, gaz fişekleriyle 15 kişi gözünü kaybetti, yaralı sayısı 2 bini geçti, 9 bin gözaltı ve 2 bine yakın tutuklama. Ama halkın coşkun akan selini durduramıyorlar.
Paris’in kuzey batısında yer alan Nanterre kentinde, geçen yıl 27 Haziran'da Nail M. isimli genç sürücünün polis kurşunuyla vurulmasının ardından ülkenin dört bir yanında patlak veren sokak olayları banliyö isyanına dönüştü.
Fransa’da yabancı kökenli bir gencin polis tarafından öldürülmesi ne ilk ne de son olacak. Sorunun nedenleri derin ve karmaşık. Bütün bu olaylar Fransız devletinin ve polisinin yabancı kökenli Fransızlara karşı izlediği politikadan kaynaklanmaktadır. Üstelik öldürülen genç ve isyan eden bu gençler artık göçmen değil, mülteci hiç değil. 3., 4. kuşak olan bu gençler, Fransa’da doğmuş büyümüş ve Fransız vatandaşı gençler. Anne ve babaları Fransız vatandaşı hatta büyükanne ve büyükbabaları da Fransız vatandaşı. Yani 1950’li, 60’lı yıllarda özellikle Cezayir, Tunus ve Fas gibi Kuzey Afrika’dan, Fransa’nın eski sömürgeleri Afrika ülkelerinden Fransa’ya çalışmak için gelen Arap ve siyahîlerin torunları. 80’lerden bu yana uygulanmaya konulan neoliberal politikalarla başlayan özelleştirme, sosyal haklara saldırı ekonomik ve sosyal krizi derinleştirmiş ve 2014’den sonra Ukrayna kriziyle Rusya’ya karşı başlattıkları yaptırımların yol açtığı enerji krizi, enflasyon, zam, işsizlik, krizi daha da derinleştirmiş ve bu krizin altında en çok ezilen kesim banliyölerde gettolarda yaşayan 2. ve 3. kuşak göçmen çocukları olmuştur. Bu kuşakların ezici çoğunluğu kâğıt üzerinde de olsa Fransız vatandaşlığına geçmiştir. Ama bu statüleri de onları maruz kaldıkları ırkçılık, ayrımcılık ve polis baskısından kurtaramamıştır.
Bütün bu eylem ve gösterilerde polisin acımasızca saldırısıyla binlerce gözaltı ve tutuklama yaşandı. Binlerce yaralı ve polis kurşunuyla can veren onlarca insan oldu. Bunun yanında “kimlik kontrolleriyle” bezdirilen göçmen çocukları. Yol kontrolleri ve polisin dur ihtarına uymayanlara sıkılan polis kurşunları Fransa’yı bir polis devletine dönüştürmüştür.
Polise öldürme yetkisi veren yasa
Bugün Sosyal Liberal Emmanuel Macron, dün Sosyal Demokrat François Hollande ve ondan önce Muhafazakâr Liberal Nicolas Sarkozy iktidarları “düzeni korumak” adına tekelci burjuvazinin çıkarları için anti-demokratik güvenlik tedbirleriyle polise ve jandarmaya inanılmaz yetkiler verdiler.
Sosyal Demokrat Hollande iktidarı döneminde, 28 Şubat 2017'de Fransa'da kolluk kuvvetlerinin silah kullanımına ilişkin yasa değişti. Polis sendikaları meşru müdafaadan daha geniş bir yasal çerçeve talep ediyordu. Parlamentoda iki ay süren tartışmalar sonucunda Hükümet bu genişlemeye izin verdi. İç Güvenlik Yasası'nın (CSI) yeni L435-1 maddesi kabul edildi.
Polis cezasızlığının işleyişinin ortaya çıkarılması konusunda araştırmalar ve makaleler yayımlayan flagrant-deni.fr (Açıkça İnkâr) internet sitesinde gazeteci Lionel Perrin yasa ile ilgili şu bilgileri veriyor:
“2017'den önce, jandarmaların Savunma Kanunu'na dahil edilmiş özel bir metni vardı. Polis memurları ise silahlarını sadece meşru müdafaa halinde kullanabiliyordu. Ceza Kanunu'nun bu eski ilkesi, "haksız bir saldırıya" karşılık olarak herkese şiddet eylemlerinde bulunma yetkisi veriyordu. Ancak bu karşılık, saldırıyla "aynı anda" gerçekleşmeliydi. 2017 yılında Ceza Soruşturması Kanunu CSI'nin yeni L435-1 maddesi tam bir kafa karışıklığı kaynağı. Bir yandan, polis memurları ve jandarmaların ateş edebilecekleri beş durum sıralanıyor: meşru müdafaa, konumlarını savunma, bir kişinin kaçması ya da kaçırılması, bir aracın "itaat etmeyi reddetmesi" ve son olarak "ölümcül bir yolculuğun" durdurulması. Öte yandan, aynı madde ateşin yalnızca "mutlak zorunluluk hallerinde ve kesinlikle orantılı bir şekilde" kullanılması gerektiğini yinelemektedir”.
Lionel Perrin’e göre bu yasa polis tarafından "öldürme ruhsatına" dönüştürüldü. Ulusal Polis Genel Müdürlüğü (DGPN) yasanın yayınlanmasından bir gün sonra, 1 Mart 2017 tarihinde, tüm polis teşkilatına on bir sayfalık bir "talimat" gönderiyor ve yasayı nasıl uygulayacakları anlatılıyor. DGPN "talimatı" ateş etmek için artık "bireyin kendisini ya da başkalarını derhal ve doğrudan tehdit etmesinin gerekmediğini" belirtiyor. Bu da "olağan meşru müdafaa hukukuna ilişkin eşzamanlılık koşulunun gevşetilmesi" sonucunu doğurmaktadır. Tüm polis memurları için mesaj açıktır: tehlike "acil" olmasa bile ateş etmek mümkündür.
Kasım 2008'de, 21 yaşındaki Naguib Toubache bir kontrol noktasında durmayarak devam etmesi üzerine jandarma tarafından vurularak öldürülüyor. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) götürülüyor ve on yıl sonra, yasadaki “eşzamanlılık” kriterine uyulmadığı için “Jandarma, araç kaçarken ateş ettiği ve dolayısıyla jandarmaları tehdit etmediği için yasanın ihlali söz konusudur" kararı veriliyor.
YÜZLERCE KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ
Basta.media'nın sayımına göre, bu yasanın çıkmasından sonra 2017-2022 tarihleri arasında 2010 kişi polis ve jandarma kurşunuyla öldürüldü."Öldürme ruhsatı" polis teşkilatında hala yürürlüktedir. Özellikle göçmen çocukları polis kurşunlarının hedefi olmuştur.
Konunun uzmanı Araştırmacı Sebastian Roché, 2011 ile 2020 yılları arasında polisin ateş açması sonucu meydana gelen ölümlerle ilgili diğer Avrupa ülkeleriyle yaptığı karşılaştırmada “Fransa'daki polis ve jandarma, Almanya'daki polisten %50, Büyük Britanya'daki [İngiltere ve Galler] polisten ise %377 daha fazla [öldürmüştür]" diye açıklıyor. Fransa'daki aşırı cinayetlerin çoğu polis tarafından işleniyor ve jandarmanın üç katı kadar ölümcül vurulma vakası yaşanıyor” diyor.
Macron'un iktidara gelmesinden bu yana yasadışı şiddete yönelik polis içi disiplin yaptırımları keskin bir düşüş gösterdi. Seçildiği yıl olan 2017'ye kadar yılda yaklaşık yüz yaptırım uygulanıyordu (bazen daha fazla, bazen biraz daha az). Bu rakam 2018'den itibaren aniden yılda 20 ya da 30'a düştü (flagrant-deni.fr)
Ulusal Polis Teşkilatı Genel Müdürüne "yaşananlardan polis asla sorumlu değildir" diyebiliyor. Sosyologlar yasanın kabulünden önce ve sonra olmak üzere iki dönemi karşılaştırmışlar. İlk dönem Eylül 2011'den Şubat 2017'ye, ikinci dönem ise Mart 2017'den Ağustos 2022'ye kadar. Her iki durumda da polisin hareket halindeki araçlara ateş açması sonucu meydana gelen ölümlerin sayısı korkunç: yasa çıktığından bu yana yıllık ölüm sayısı neredeyse beş kat artmış.