Fransa yol ayrımında... Atlantikçi sistem krizde
Fransa yoğun bir iki ayı geride bıraktı. Aydınlık Avrupa olarak yaşanan seçim süreçlerini ayrıntılı olarak ele aldık. Bugün gelinen aşamanın sentezini yapacak ve Fransa’nın içinde bulunduğu siyasi krizi ele alacağız.
Gerek Avrupa Parlamentosu (AP) gerekse Fransa erken genel seçimlerinde Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin başarısı Fransa’nın ve dünya kamuoyunun gündemini meşgul eden konuların başında geldi. Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, İtalya ve Macaristan’da da milliyetçi partiler de başarı kazanmıştı ama Fransa’da RN’nin başarısı en güçlü olanıydı. Hükümeti kurma çoğunluğu olmasa da Meclis’te birinci parti durumuna geldi. Aynı zamanda Avrupa Parlamentosunda en çok milletvekiline sahip milliyetçi parti oldu. Macaristan Başbakanı Orban ile birlikte oluşturulan “Vatanseverler” grubunun başkanlığına Ulusal Birlik partisi Genel Başkanı Jordan Bardella getirildi.
MİLLİYETÇİLERİN BAŞARISI SİSTEMİ SARSTI
Fransa’da yüksen milliyetçilik sistemi sarstı. Özellikle Atlantikçi partiler ve medyası RN’i şeytanlaştırmak için inanılmaz bir kampanya yürüttüler. Marine Le Pen her ne kadar ırkçı politikalarıyla bilinen babası Jean Marie Le Pen’in izlerini silmeye çalışsa da Atlantikçi cephenin korku yayan “ırkçı, faşist” söylemine maruz kaldı.
Atlantikçi cephenin başını çeken Cumhurbaşkanı Emanuel Macron ve kraldan daha çok kralcı tescilli Amerikancı sosyal demokratlar sistemi savunmak için olağanüstü bir çaba harcadı. Emperyalist sistemin sağ ve sol ayağını oluşturan bu partiler sistemin sınırında duran, emekçi kesiminin desteğini alan, bugün ne kadar bir gevşeme ve geri çekilme içinde olsa da Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi dayatmalarına karşı Fransa’nın ulusal çıkarlarını ve kimliğini savunan, Ukrayna’ya silah ve asker gönderilmesine karşı çıkan ve Rusya ile diyaloğu ve dostluğu savunan Ulusal Birlik partisine karşı tek vücut oldular.
Ulusal Birlik partisine “aşırı sağcı, ırkçı” hatta “faşist” diyen partilere bakalım: kendilerini demokrasi havarisi olarak gören bu partiler emperyalizmin saldırgan, hegemonyacı, sömürgeci ve çıkardıkları göçmen yasalarıyla ırkçılık yapan ABD işbirlikçisi, NATO kuyrukçusu partiler ve iktidarlardır. Milliyetçi partiler emperyalist ülkelerde ne kadar milliyetçi olunabilirse o kadar milliyetçidir. Bugün Avrupa ABD’nin tehdidi tahakkümü altındadır. Bu tehdit ve tahakküme karşı çıkan ve ülkesinin ulusal çıkarlarını savunan partiler milliyetçi partilerdir. Onlara “ırkçı, faşist” diyenler ise dünyanın en ırkçı, en saldırgan ve faşist ABD’nin işbirlikçileridir.
AVRUPA’DA ASYA RÜZGARI
Fransa ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde milliyetçi partilerin başarısı Avrasya cephesini güçlendirirken Atlantik cephesini zayıflattı. ABD ve NATO’nun Ukrayna planının Avrupa’da ki koç başı Macron’un gücü zayıfladı. AP seçimlerinde, Almanya’da hükümetteki NATO’cu ve ABD işbirlikçisi Sosyal Demokrat, Yeşiller ve Liberaller koalisyonu partileri, Almaya için Alternatif Partisi’nin (AfD) gerisinde kaldı. Bugün AB’nin dönem başkanı olarak Atlantikçi partileri, hükümetleri ve AB kurumlarını sallayan Macaristan’ın milliyetçi Başbakanı Orban “Ukrayna’da barışın sağlanması ve savaşın durdurulması” için Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmesi Brüksel yöneticilerini çılgına çevirdi. İtalya’nın milliyetçi lideri Meloni’nin Çin ile ticari ilişkilerin yeniden ele alınması ve geliştirilmesi için Çin’e giderek Xi Jinping ile görüşmesi de Avrupa’da esen milliyetçi rüzgârın bir göstergesi oldu. Son iki ayda Avrupa’da yaşananlar Asya rüzgarının kuvvetlendiğini, ABD ve NATO’nun önemli bir darbe yediğini gösteriyor.
MİLLİYETÇİLERE KARŞI ATLANTİKÇİ İTTİFAK
Macron’un partisi Renaissance’ın (Yeniden Doğuş) AP seçimlerinde aldığı yenilgi, Macron’u Meclis’i feshederek erken genel seçimlere gidilmesine yol açtı. Seçimlerin birinci turunda RN yüzde 31,4 oy oranıyla ezici bir sonuca ulaştı. Sosyalistlerin, Komünistlerin, Yeşillerin ve Boyun Eğmeyen Fransa’nın oluşturduğu sosyal demokrat Yeni Halk Cephesi yüzde 29 ile ikinci olurken Cumhurbaşkanı Macron’un partisi Renaissance yüzde 21 oy alarak üçüncü oldu. Önceki sayılarımızda ayrıntılı olarak yazdığımız ikinci tur seçimleri, siyasi açıdan ahlaki olmayan pazarlıklarla seçim sonuçları oy oranı olarak değil ama sandalye sayısı olarak tersyüz edildi. İkinci turda RN 11 milyona yakın oy alırken emperyalizmin sol ayağını oluşturan Sosyal Demokrat “Yeni Halk Cephesi” 7 milyon ve Atlantik cephesinin sağ ayağı Cumhurbaşkanı Macron’un Merkez sağ cephesi 6 milyon oy aldı. Atlantik cephesinin bu sağ ve sol ayakları RN’e karşı seçim ittifakları yaparak birbirlerinin adayına destek oldu ve milletvekili sayısı bakımından RN’i üçüncü sıraya ötelediler. 11 milyon RN seçmeninin iradesi hiçe sayıldı. Ama Meclis’te parti bazında oluşturulan gruplara baktığımızda RN Meclis’in en çok milletvekiline sahip birinci parti durumuna geldi.
SİSTEM PARTİLERİNİN ÇIKMAZI
Fransız siyasi partiler sistemi darmadağın oldu. Observateur Continental’dan Pierre Duval “Fransa 1936'da savaş grupları dönemine geri mi döndü?” başlıklı yazısında durumu şöyle değerlendirdi: “İki Fransız siyasi partisi patladı. Cumhuriyetçilerin (Républicains-LR) başkanı Éric Ciotti, kendisini LR'nin Paris'teki ofisine kilitleyerek siyasi manzarayı sarstı. Bu eylemi aynı zamanda Reconquête partisinin ve General de Gaulle'ün varislerinin partisi olan Cumhuriyetçilerin de ölümünü mühürledi ve böylece Fransız siyaset tarihinde bir dönüm noktasına işaret etti. Éric Ciotti, RN’e katılmaya karar vererek, şimdiye kadar siyasi tartışmaların büyük ölçüde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve çevresinin sözleri ve siyasi kararları tarafından domine edildiği Fransa'da siyasi tutkuları yeniden uyandırdı.”
Fransa’da normal şartlarda cumhurbaşkanlığını kazanan lider kendi partisinin çoğunluğu alması için, Meclis’i fesheder ve genel seçimlere gidilir. Genel olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarının rüzgarını arkasına alan yeni cumhurbaşkanı,genel seçimlerde mutlak çoğunluğu bulur ve tek başına hükümeti kurar. Veya cumhurbaşkanı çoğunluğu bulamaz ve muhalefet partileri tek başına hükümet kurma çoğunluğunu elde eder. Bu durumda Yeni seçilen cumhurbaşkanı mutlak çoğunluğu bulan parti veya partiler ittifakına hükümeti kurma görevini verir. Böylece “cohabitation” denilen birlikte yönetme durumu ortaya çıkar.
1958 Anayasasının kabulünden bu yana Fransa’da üç “cohabitation” dönemi yaşandı: Sosyal Demokrat François Mitterrand’ın başbakanlığı döneminde Cumhuriyet İçin Birlik (RPR) partisi genel seçimleri kazanınca Jacques Chirac başbakan oldu (1986-1988). İkincisinde yine Mitterrand cumhurbaşkanı ve RPR’den Edouard Balladur başbakanlığa getirilmişti. Sonuncusunda bu kez Jacques Chirac cumhurbaşkanıydı ve Meclis’te çoğunluğu Sosyalist Parti elde edinceLionel Jospin başbakan olmuştu.
MACRON’UN ZEVAHİRİ KURTARMA ÇABASI
2024 genel seçimlerinde ne Cumhurbaşkanı Macron’un Merkez sağı ne de muhalefet partileri mutlak çoğunluğu bulamadı. Böylece Fransa’da yeni bir durum yaşanıyor. Fransa bugün bir hükümet krizi içine girdi. Macron ipleri kendi elinde tutmanın yolunu ararken Sosyal Demokratlar da kendilerinin hükümeti kurması için bir arayış içinde. Macron’un partisi yenilince Başbakan Gabriel Attal istifasını sundu. Macron Paris Olimpiyatlarını ileri sürerek hükümetin yeni başbakan atanana kadar görevde kalmasını istedi. Böylece Macron Marine Le Pen ve Boyun Eğmeyen Fransa (LFİ) lideri Melenchon’un partisinin dışında “Cumhuriyet koalisyonu” adını verdiği planını gerçekleştirmek için 2 ay süre kazandı.
Sosyalistler, Komünistler, Yeşiller ve LFİ’den oluşan “Yeni Halk Cephesi” 182 milletvekili ile birinci olduğunu ve hükümeti kurma görevinin kendilerine verilmesini istiyor. Fakat 289 olan hükümeti kurma çoğunluğundan çok uzaklar. Diğer taraftan yamalı bohça görünümünde birbirleriyle anlaşamayan bu cephenin partileri başbakan önerisi konusunda henüz anlaşmış değiller.
Macron bu durumu kendi lehine çevirme çabası içinde. Üç partiden oluşan Merkez Sağ cephenin 168 milletvekili bulunuyor. Hükümet kurmak için 121 milletvekiline ihtiyacı var. Birlikte olmayı hedeflediği Cumhuriyetçilerin 68 milletvekili bulunuyor. Geri kalan 53 milletvekilini Sosyalist Parti ve Yeşiller cebesinden bulmak için görüşmeler kulisler ve çağırılar yapılıyor. Marine Le Pen’in partisi ise bütün bu hükümet planlarının dışında.
GÖZLER 2027 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE
Avrupa’da olduğu gibi Fransa’da da sistem partileri bölük pörçük durumda. Öyle sağlı sollu bir “Büyük koalisyon” oluşturma kültürü ve tecrübesi de yok. Bundan dolayı sistem partileri hükümeti oluşturmak için şimdiden birbirlerine düşmüş durumda. Kavganın büyüyeceğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı olarak Macron yeni seçilen Meclis’i bir yıldan önce feshedemiyor. Dolayısıyla hükümet krizinin önümüzdeki Temmuz 2025 tarihine kadar sürecek. Bu durum zaten ağır bir ekonomik kriz içinde olan Fransa’yı daha da sarsacak. Önceden olduğu gibi Macron Avrupa Birliği içinde rahat hareket edemeyecek. Ukrayna politikasında eli zayıflamış olacak. Bu durum ülkede iç kargaşalığın, kaosun ve yeni halk hareketlerinin önünü açacak.
Tüm parti ve ittifaklar bir taraftan hükümet arayışını sürdürürken diğer taraftan 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hesabı içindeler. Macron cumhurbaşkanlığının ikinci döneminde olduğu için üçüncü kez aday olamayacak. Milliyetçi Lider Marine Le Pen’in kazanma şansının olduğu anketler tarafından tespit ediliyor. Atlantikçi partilerin aday sorunu olacağını söyleyebiliriz. Sadece Melenchon’un adaylığı bugünden net gibi.
ARTIK DENİZ BİTTİ
Artık Fransa’da son 40 yıldır uygulanan neoliberal programları savunanların iktidar şansı yoktur. İflas etmiştir. Avrupa’nın tümü için geçerlidir bu. Küreselleşmeye ve onun yol açtığı hayat pahalılığına karşı Sarı Yelekliler Halk Hareketinin mücadelesi bir dönüm noktası olmuştur. Son 2 yıldır bunun sonuçları daha da ağır olmuştur. Macron’un savunduğu bu program; Ukrayna savaşında ABD’nin yanında durarak Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar sonucu ülkesini tarihinde görülmemiş bir enerji ve ekonomik krize sürükledi. Milli gelire oranla yüzde 114 borç oranıyla Avrupa’nın en borçlu ülkelerinden biri oldu. Kriz çiftçileri vurdu: haftalarca eylem yapan çiftçiler Paris’e dayandı. Avrupa’da ABD’nin peşine takılarak Rusya’ya karşı savaş kışkırtıcılığının başını çekti. Filistinlilere soykırım uygulayan İsrail’e destek verdiği gibi Filistin direnişini savunanlara karşı baskı uyguladı. Artık deniz bitti.