Fulya’nın öyküsü
Bir zamanlar dağların doruklarında güzeller güzeli Fulya yaşarmış. Cemre toprağa düştüğünde kış uykusundan uyanır, baharla tomurcuklanır, yaz boyunca da binbir renkte çiçekler açıp, kokusu ve güzelliği ile görenleri kendine hayran bırakırmış.
Biraz aşağılarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış. Vadinin tüm çiçeklerine birbirinden güzel şarkılar söyleyerek, çiçekler adeta kendilerinden geçip onu dinlerken, o fark ettirmeden onların çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış. Çünkü Bahar Rüzgârı’nın en büyük hayali, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine muhteşem güzellikte yepyeni bir çiçek oluşturmakmış. Bu yüzden hep daha güzel ve mis kokulu çiçekleri arar dururmuş.
Bahar Rüzgarı bir gün çok farklı bir çiçek kokusu duymuş, koku yukarılardan geliyormuş. Hemen tırmanmış yukarılara ve birden o kokuları yayan Fulya’yı görmüş. Başlamış bildiği en güzel şarkıları söylemeye. Fulya da tatlı tatlı yapraklarını okşayan rüzgârı büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş... Bahar Rüzgarı, Fulya’nın kokusu ve renkleriyle adeta büyülenmiş ve çiçek tozlarını almaya kıyamayıp, hep “yarın alırım,” diyerek günlerce ertelemiş.
Ama bir gün Fulya, Rüzgâr’ın can dostu Nergis’in çiçek tozlarını çaldığını görmüş. “Bu olamaz, benim arkadaşlarımın gelecek baharda yeniden canlanmaları için bu tozların toprağa düşmesi gerekir, bu rüzgâr onları çalarak ömürlerini sona erdiriyor,” demiş ve hemen kendini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr gelince de gözyaşları içinde ona her şeyi gördüğünü ve ondan nefret ettiğini söylemiş. Rüzgar o tozları kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için aldığını Fulya’ya anlatmaya çalışmış, ama nafile. Ve sonunda bıkmış, “artık yeter zamanı da gelmişti,” deyip, o güne kadar topladığı çiçek tozlarını toprağa serpmek için kutusunu açmış. Bir de ne görsün, tozlar kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan bozulup küflenmemiş mi? Rüzgâr, işte o günden sonra hayalleri tükenmiş bir şekilde avare avare esip durmuş.
FULYA’NIN KARDELEN OLUŞU
Fulya ise üzüntüsünden o incecik zarif boynunu bükmüş, günden güne sararıp solmaya başlamış. Doğa anne Fulya’sına çok üzülüyor ve onun gözünün önünde eriyip gitmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda da bulmuş; Fulyası’nı kollarına alıp, ninniler söyleyerek, vaktinden çok önce kış uykusuna yatırmış. Fulya da, zaten yüreği çok yorgun olduğundan hemen derin bir uykuya dalmış...
Tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya, bir gün Doğa annesinin “hadi uyan Fulya” şarkısını duyarak gözlerini açmış ve birden kendini muazzam bir beyazlığın ortasında bulmuş. O sırada Karlar Prensi de, adeta yüreğini delerek gün yüzüne çıkan güzel Fulya’nın yaşama dönüşünü nefesini tutarak izliyormuş. Fulya bu çok güzel bembeyaz dünyayı yaratan Karlar Prensi’ne birden aşık oluvermiş, hemen incecik zarif gövdesi ile ona yönelmiş. İşte o günden beri herkes bu dağ fulyasına Kardelen demeye başlamış. Ve Kardelen ile Karlar Prens’i sonsuza dek büyük bir mutlulukla birlikte yaşamışlar. Haydi rastgele onlara!