Futbolumuzun marka değeri üzerine
Süper Kupa'dan önce başlatılan bir söylem, sonrasında alev alev bir tartışma haline geldi. Futbolumuzun marka değerini hep birlikte korumalıyız. Doğrudur, o futbol sayesinde bizler bu günlere geldik, evimizin ekmeğini götürüyoruz, toplum içinde bir yerimiz var. Belki de bir çoğumuzu, hak ettiğimizden fazla insan bizleri tanıyor, değer veriyor. Ve de ben bundan çok mutlu oluyorum. Değer verenlerin hayallerini, saygı ve sevgilerini yıkmayacak şekilde davranmaya çalışıyorum.
Ancak gelin görün ki, Süper Kupa'da sayfalara ve yorumlara bakın neler konuşuluyor. Fenerbahçe'nin gerçekten saygı görmesi gereken güzel futboluyla Galatasaray'ı ezmesi, 90 dakikada işi farklı bitirmesi gerekirken penaltılarla ancak ve kupaya uzanması ağız kenarıyla konuşuluyor. Her şeye karşın Sarı-Kırmızılıların da direnmesi, taktiğiyle penaltılara dek işi götürmesi şöyle bir geçiştiriliyor. Ne konuşuyoruz, varsa yoksa Volkan'a ceza verilmeli mi, Melo neyi tahrik ediyor? Yöneticiler ne demiş, falan. Bu arada ne alakaysa, bugün kendi oynayacağı maçı bırakıp Trabzonspor asbaşkanı gibi yan balkondan duruma sarkanlar da var.
Geçiniz efendim, bazıları kabul etmek istemiyor ama ben ellerinden geldiğince mücadele eden, kendi çaplarında entellektüel bir futbol oynayan iki takımın oyuncularını kutluyorum. Şimdi asıl söylemek istediğime geliyorum. Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören'i ilk gençlik yıllarından bu yana tanırım. Zaman zaman oldukça da yakınlaştık. Şöyle, böyle, başarılı, başarısız hepimiz kendi açımızdan bir şey söyleyebiliriz. Ancak özellikle Melo gibi negatif açıdan sıra dışı bir futbolcu karşısındaki çizgisini gördüğümde giderek inanılmaz bir şekilde olgunlaştığı ortaya çıkıyor.
O bizim futbolumuzun başkanı. Eleştiririz, başarılı buluruz, başarısız buluruz. Ama futbolumuzun en üst basamağına ve onu temsil eden kişiye kimse saygısızlık ve hakaret edemez. Hedef saptırıp başarısızlığı Volkan üzerine odaklamaya çalışanlar, onun bu davranışlarını görmezden geliyorlarsa, aynı kötü davranışa ortak oluyorlar demektir. O zaman futbolun marka değerinden bahsetmesinler, ağızları çarpılır. Onların anladığı marka değeri başka bizimki başka. Ey insanlar, ey halkım, hangisi doğru?
F.BAHÇE'Yİ FUTBOLCULAR MI YÖNETİYOR?
İddia benim değil, bir toplantıda bulunan ve konuşmaları kulaklarıyla duyduğunu söyleyen bir dostumun. Yer Bordum, güzel, kaliteli bir mekan. Fenerbahçe'nin ve medyanın ağır topları da yemekte var. Zaman Süper Kupa öncesi. İsimleri söylemek önemli değil ama yazıyı okurlarsa orada olanlar hemen neden bahsettiğimi anlayacaklardır. Böyle bir yemek yenirse doğal olarak konunun Fenerbahçe olacağı ortadadır. Keşke ben de orada olsaydım, zira dostum balıkları mekanı ve toplantıda bulunanları anlatınca imrendim.
Neyse söz dönüp dolaşıyor, Fenerbahçe teknik direktörlüğüne geliyor. Ağır ağabeylerden biri söz alıyor, herkes de ağzının içine bakıyor. "Valla dışarıdan bakıldığında bana göre Fenerbahçe teknik direktörsüz gibi bir görüntü veriyor. Takımı da futbolcular yönetiyor gibi bir hava var. Aslında aldığım bilgiler de durumu doğruluyor gibi..." Konuşmayı yapanın her girdiyi çıktıyı bileceğini, habere birinci elden kolayca uluşabileceğini biliyorum.
Fenerbahçe teknik yönetiminin ne kadarının İsmail Kartal, ne kadarının futbolcular ve ne kadarının da Başkan Aziz Yıldırım'ın elinde olduğunu ise bilmiyorum. Ama benim tanıdığım Başkan Yıldırım kolay kolay Fenerbahçe'nin teknik yönetimini kayıtsız şartsız başkalarına bırakmaz. Hele futbolculara hiç bırakmaz. Ve de Fenerbahçe, müthiş üstün bir oyunla Süper Kupa'yı kazanınca bu yorumlar biraz ortada kaldı. Ne kadar uzun yıllar içinde bulunursa bulunsun, Fenerbahçe'nin teknik direktörlüğü koltuğuna rahatça yerleşmek kolay iş değildir. İsmail Kartal da bunun sıkıntılarını çekecek. Biliyorum ki, baskı grupları rahat bırakmayacak. O nedenle hep kazanmak zorunda. Dilerim futbol şansı yanında olur. Bir daha Lorant, Daum, Bariç ve diğerleri gibilerini Fenerbahçe'nin başında görmeyiz. İlk yenilgiden sonra yine Lucescu teraneleri ortaya çıkacak ama olsun varsın, alıştık artık.
ERKAN KOYUNCU VE BİR ÖZÜR
Geçen hafta bu sütunları okuyanlar hatırlayacaktır. Galatasaray'ın Florya Metin Oktay tesislerinin kapısına kafası sıkıştırılarak kaybettiğimiz kardeşimiz Erkan Koyuncu için TSYD Levent tesislerimizdeki toplantıdan bahsetmiştim. Hala ne Galatasaray ne de gazetesi olan Sabah'tan hiç bir şey yapılmadığını öğrenince üzüldüm ve açıkça kızdım. Bu da yetmediği gibi iki taraftan da bir açıklama falan gelmedi. Konuya hassas olan genç arkadaşlarımız biraz da eski başkan olduğum için sürekli arıyorlar. Hürriyet'ten Süleyman Arat kardeşim aradı. Yine Hürriyet'ten Galatasaray muhabiri Ali Naci Küçük'ün Sarı-Kırmızılılar tarafından bir daire verileceği konusunda hareket edildiğini söylediğini bildirdi. Umarım gerçekleşir.
Havanda su dövüldüğü üzüntüsü ve kızgınlığıyla o toplantıda konuşma yapan Kemal Belgin'i eleştirdim. Anladığım kadarıyla biraz ağır oldu. Zaten yazmıştım, aynı mesleğin içinde olanlar hakkında yazı yazmamaya çalışırım. Kemal Belgin aradı, o da üzülmüştü, telefonda asabi bir tonla bana verilen haberlerin doğru olmadığı söyledi. Ama benim için daha kötüsü Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi'nde olduğunu söylemesiydi. Buyrun bakalım, beynimden vurulmuşa döndüm, yüreğim cız etti. İkimiz de yolun çoğunu tükettik, ne kadar kaldığını Allah bilir. Israrla kalbinde herhangi bir şey var mı diye sordum, yemin etti, bir arkadaşı için görüşmeye gittiğini söyledi, iki kez daha aradım, beni rahatlattı.
Dünyada ölüm var, eleştirmek, doğru veya yanlış yazmak bir yana. Ben Kemal Belgin'i önce üzdüğüm için özür dilerim. Gerisi teferruat. Nitekim önceki gün Dereağzı'na gittiğimde konuyu Halit Deringör ağabeye açtım. Onunla birlikte de telefon ettik. Özür yazısı yazacağımı, düşüncelerimi anlattım. "Çok iyi olur" dedi. Halit Ağabey ve diğerleri ile birlikte hatıra fotoğrafını çektirdik. 1968'den bu yana görmediğim ben A takımındayken Vefa gencin kalesini koruyan ve şimdi kendi işinde çalıştırıcılık yapan Semih de orada değil mi, raslantıya bak.
Dün bu yazıyı yazmadan Kemal Belgin'i bir kez daha aradım. "Ya mühim değil falan" dedi. Aslında suyuna giderseniz, çelebi insandır. Israrım üzerine kısa bir açıklama yaptı. "Ben söylediklerimin ve yazdıklarımın her zaman arkasındayım. O mezardan bana mektup yazıldığını iddia eden garson arkadaş herhalde sarhoştu. İspat etsin bakalım. Kimse böyle saçma sapan dedikodular üretmesin" dedi. Umarım o ve sizler tatmin olmuşsunuzdur.