GALATASARAYLI "SERT ÇOCUK" YUMUŞARKEN...
2001 Temmuz ortası, Galatasaray Kongresi... Faruk Süren'den boşalan başkanlık koltuğuna 2 aday var: Mehmet Cansun ve Ateş Ünal Erzen. 1.440 üyeden 972'sinin oyunu alan Cansun, 435 oyda kalan Erzen'i geride bırakıp başkan oluyor. Akabinde, 11 kişilik yönetim kuruluna, 920 oyla 9. sırada giren Fatih Altaylı, Cansun tarafından 2.başkanlığa getiriliyor.
Aslında bu seçim, Cem Uzan ve Aydın Doğan'ın egemenlik savaşı olarak yorumlanıyor kamuoyunda. Sonraki yıllarda CHP'den Bakırköy Belediye Başkanı seçilecek olan Erzen, Uzan'ın adayı olarak giriyor seçime. O günlerde, Doğan ve Uzan grupları arasında amansız bir çekişme var. Altaylı'nın ise, Hürriyet yazarı olarak mensubu olduğu Doğan'ı temsil ettiği dillendiriliyor.
Misyonu değiştiriverdi
Seçimden 1 gün önce Altaylı, kendi gazetesinde, aslında GS yöneticiliğine ne vakti ne de niyeti olduğunu açıklarken şöyle diyor: "Galatasaray'a yönelik dış tehditler, beni bu büyük görevi kabul etmeye itti. Günlerden beri Uzan Grubu'nun Galatasaray'ı ele geçirmesinin, hem Galatasaray'ı hem de Türk futbolundaki barış ortamını tehdit edeceğini söyledim." Böylece o günkü misyonunun altını çizmiş oluyor.
Aradan 4,5 yıl geçiyor. Genel konjonktür değişmiş; artık "Uzan tehdidi" yok. Altaylı da Hürriyet'ten Sabah'a geçmiş. 2001'deki misyonunun gerekçesi de değişmiş bu arada! 10 Aralık 2006'da yeni gazetesinde şöyle yazıyor: "Mehmet Cansun'un hata yapmasını engellemek için yönetime girdim."
Daha önce spor yöneticiliğiyle ilgisi olmamış bir gazeteci; yıllarını yönetici olarak kulübe vermiş olan ve kongrenin üçte ikiyi aşan bir destekle başkan seçtiği kişinin, -olası- hatalarını engellemek gibi bir rol biçiyor kendine. "Hangi bilgi, hangi birikim, hangi deneyimle?" soruları cevapsız kalırken, baştaki "görev tanımı" da çöpe gidiyor haliyle.
Kıvrak bir adam
Bu arada kâh, "Aziz Yıldırım giderse Fenerbahçe küme düşebilir" gibi yargılarına yaslanıp Yıldırım'ın başkanlığına sallıyor; kâh Yıldırım'a destek veren Ali Koç'a eşsiz güzelleme yazıları yazıyor. Elbette hepsinin cilalı birer kamuflajı var. Nasıl ki Galatasaray yönetimine "ulvî" amaçlar uğruna girdiyse, Koç'u da "Türk sporunu korumak" için "yağladığını" belirtiyor ki; aklımıza, gazetesi adına reklam-meklam beklentisinde olduğu gibi saçmalıklar(!) gelmesin...
Zaman geçiyor, bu kez de geçmişte söylemediğini bırakmadığı Turgay Ciner'in personeli oluveriyor kıvrak bir manevrayla. Bunların hepsini aynı adamın yapıyor olabilmesi, "insanoğlu için, imkânsız yok gerçekten" dedirtiyor.
Kendisinden söz ederken yaptığı, "Canımın istediğini yazarım, söylerim. Tek kıstasım, inanmak ve doğru bulmaktır. Çünkü ben gazeteciyim. Doğru bildiğini her ortamda söyleyen biriyim." tanımlamalarını bir kenara bırakıp; Başbakan'ın karşısında dili ve beyni büzüşmüş halde yaptığı "çanakçılık" hizmetini, gazetecilik diye yutturmaya çalışıyor hepimize. Bir jölesi eksik... Hemen ardından, Andımız'ın yasaklandığı; dekoltesi nedeniyle AKP sözcüsü tarafından hedef gösterilen kadın televizyon sunucusunun, işten kovulduğu günkü gazetesine attığı manşet şöyle: "Demokrasiye koşuyoruz"
Fatih'ler tandemi
Hep, örtülü bir "alt metni", "manüplatif niyetleri" olduğunu düşündüren bu adam, bugün yine manşetlerde. "Alo Fatih" diye kodlanan mesai arkadaşıyla tandem oluşturmuşlar HT'nin göbeğinde; "beyefendi"den gelecek emirlere göre "gazetecilik" yapıyorlar! Bir gün MHP Genel Başkanı'nı sansürlüyorlar, bir gün Prof.Yaşar Nuri Öztürk'ü. Olmadı, seçim anketlerini manüple edip, BDP'ye oy kaydırıyorlar.
Biatta sınırları zorlayıp, velinimetlerini kızdıracak haberleri yapan emekçileri işten kovuyorlar. Uludere haberini görmezden geldiklerini anlatıp, yukarılardan "aferin" bekliyorlar. Bakan beylere ve Şehzade'ye "marifet raporlarını" arz ediyorlar. Dizi dizi konuşma kaydı, dizi dizi rezillik...
Soruyor: Ayıp mı?..
Sonra çıkıyor Galatasaraylı bilineni, önce gazetesinin "tarafsız duruşundan" rahatsız olanlardan söz edip, yüzlerimize tebessümü yerleştiriyor; sonra "Türk medyasının durumu ne kadar vahimse, benim durumum da o kadar vahim" diyor. Aczin çukurunda debelenirken, "Kovulmamak, dayanmak ayıp mıdır? Siz söyleyin" diye yazıyor. Söylemleri, Şener Şen'in Banker Bilo filmindeki unutulmaz repliğini çağrıştırıyor: "Evet, yaptım ama bi' sor niye yaptım?"
Bir zamanların "sert çocuğu", madem sordun, cevaplayalım. Evet ayıptır! Senin konumunda olmak başlı başına ayıptır, "kovulmamak" da, "dayanmak" da ayıptır! Ama bizler için! Bak, bu gazetenin de yayın yönetmeni var, Yurt'un, Sol'un, Birgün'ün de; hiç sana benziyorlar mı? Bazen kovularak "adam olunacağını", anlatsak da anlayamayacağın belli... Senin için çok geç ama neye ve niye "dayandığını" bir sor kendine, cevabını veremeyecek olsan bile...
FAZLA YAKINDI GALİBA...
On yıllardır futbol maçı izliyorum; son Sivasspor-Fenerbahçe lig maçındaki gibi bir hakem skandalına tanık olmadım. Metin Tokat'ın, Van faciası da buna dahil; Leverkusen'li Kiessling'in auttan gelen golü de... Maçın 5.hakemi Murat Türker'in, burnunun dibindeki elle oynamayı yani penaltıyı görememiş olması, ancak "fazla yakın" olması gibi bir ironiyle açıklanabilir herhalde.
Keza, 1.yardımcı Volkan Narinç'in de, pozisyonu net olarak görmesi gereken bir konumda bulunduğu eklenince işe... Hatta, uzaktaki hakem Yunus Yıldırım'ın süzme olasılığı da... Aziz Yıldırım kadar nazik olamayacağım ben. Bu durum "yeteneksizlik"le açıklanacak kadar sıradan değil ne yazık ki...
Manisa bölgesinin bu 3 hakemi, 384-254 ve 234 maça çıkmışlar bugüne dek, 90'lı yıllara uzanıyor tecrübeleri. Yani, acemi de denemez hiç birine. Nöronları "kısa devre" yapan 5.hakem, bu sezon 10 maçta hakem, 13 maçta da çizgi hakemi olarak görev almış.
Bana göre, yetenekle, basiretle değil, "niyet"le ve "kasıt"la açıklanabilecek kararlar verdiler. Dilerim, bir "işaret"in etkisinde kalmamış olsunlar! Çünkü... Ne yazık ki, "çalarken" yakalananlara, "hırsız" yerine "beyefendi" denilen, "gurur duyulan" hâle geldi ülke. Her şey gibi futbolun da çivisi çıktı!
Bakalım, gözlemci İlhami Kaplan ve Federasyon birimleri ne diyecek bu işe?..