07 Ocak 2025 Salı
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gassal dizisi üzerine: Ölülerin manzaraya ihtiyacı yok

Ferdi Tanhan

Ferdi Tanhan

Site Yazarı

A+ A-

“Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı…”

Haftasonu TRT yapımı Gassal dizisini bir solukta izledim. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Ölü” şiiri mısra mısra geçti gözlerimin önünden. Belki dizinin yapımcıları görür de ikinci sezonun bir yerinde okunur bu şiir. Çünkü Dağlarca’nın yazdığı şiirin karşısına dikilmiştir Gassal Baki. Dağlarca’nın “yıkamasınlar vücudumu” çağrısıyla Gassal Baki’nin “ölünce beni kim yıkayacak” haykırışı aynı nehrin iki koludur.

TEK KİŞİLİK TEK EYLEM

Ölüm meçhuldür yaşayanlar için. Ama ölümden sonra kalan acı hakikattir. Her yanımızda ölüm var. Salgınlarda, depremlerde ölüyoruz. Kazara da ölüyoruz, cinayetle de. Yok yere de ölüyoruz, bir işe de yarıyor bazen gidişimiz. Şehit oluyoruz, mevta oluyoruz, müteveffa oluyoruz. (Bakmayın “oluyoruz” diye çoğul konuştuğuma Baki’nin dediği gibi ölüm tek kişilik bir eylem.) Nihayetinde yaşayan herkes gibi vefat ediyoruz. Ekranda duyduğumuz ölü sayılarındaki acının dirhemi düşüyor mu sinemize?

YÜREK İÇİNDE YÜREK

"Empati mempati"den söz etmeyeceğim, duygudaş olmak, yüreğini başkasının yüreğinin içine koymak! Gassal dizisini izleyen bizlerin uzun zamandır yapmadığı şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Gazze’de, Şam’da, İran’da veya yurdumuzda ölenler için sarsılmayan vicdanların titreyişidir duyduğumuz sesler. Arkadaşının başına gelen belayı önlemek için koşan Gassal Baki’nin ayak seslerine sarılmamız boşuna değil. Sımsıkı tutunduk o seslere. Uzun süredir öyle koşmuyoruz belki de bir yere. Oysa bir acıyı önlemek için cansiperane, yalınayak koşmaktır hayat. Yaşayan ölü olmaktır öteki türlüsü. Dizi sayesinde çevremizdeki onca acıya rağmen başaramadığımız duygudaşlığı, yüreğini başkasının yüreğinin içine koymayı becerdik sanıyorum. Bu yüzden bu diziyi yazanlara, yapanlara, çekenlere temenna veriyorum. Hürmeti sonuna kadar hak ediyorlar.

TOPRAĞA VERDİĞİMİZ ERDEMLER

Gassal Baki yalnızca ölülerimizi yıkamadı dizi boyunca. Toprağa verdiğimiz erdemlerin de cenaze törenlerini düzenledi. Zarafeti, nezaketi, paylaşmayı, alçakgönüllüğü, sadakati, vefayı, komşuluğu, arkadaşlığı her duyarsızlığımızda birini daha uğurladık. Çocukları sosyalleştirmek için eve tıkmamızı da eleştirdi. Dört çeşit yemeğin derdine düşüp cenazemizi yerde bırakan bencilliğimizi de yüzümüze vurdu. Törenselliğin her türlü duyguyu gölgelemesini “Yas öyle bir şey değil. Yası olan cenazeye ayıcıklı pijamayla gelir.” diyerek anlattı. Kendinizi değil de sevdiğimizi teneşirde görmenin ne demek olduğunu, hoşgörüyü kenara bırakıp gönül kırmanın yaratacağı vicdan azabını izledik.

BİR YANDA ÖLÜM BİR YANDA SEVGİ

Oyuncularımız sürekli ölümden bahsetti bize. Ancak ölüm var diye hayatı arka plana atmadılar. Gerçekte olduğu gibiydi her şey. Bir yanda ölüm vardı diğer yanda ise bebek ve çocuk sesleri. Bir yanda acılar vardı diğer yanda o acılarla baş etmek isteyen insanın doğal mizahı, gülmecesi. Yürekleri dağlayan şarkılarla bitse de, her bölümün başında çocuk sesinden “isterim ki sokakta asık suratlı kalmasın” çağrısı hayatın neşesini şakıyordu. Kısacası ölümü anlattılar ama şafağın atışını, güneşin doğuşunu, dağların karını, iyimserliğin ateşini yüklemediler cenaze arabasına. Ölüm gerçeğini tabulaştıran sistemin “ölümden korkusuyla” alay ettiler. Ölümün ismini bile ağzına alamayanların, “ölünün” yüzüne bakmaya cesaret edemeyen insanların hayatın gerçeğini kavrayamayacağını anlattılar.

ÜRYAN GELİP ÜRYAN GİTMEK

İçinde bulunduğumuz sistem yaşamı tüketiyor, günlük yaşamdan koparıp film sahnesi haline getiriyor ya da üçüncü sayfa haberi. Ölüm yokmuş gibi yaşıyor herkes. Ölümü hatırlamadan süren bir yaşamın övülecek bir yanı yok. Halk ozanları üryan gelip, üryan gitmekten boşuna bahsetmediler. Binlerce yıllık insan erdemleri mal biriktirmeyi en sonunda “kefenin cebi yok diye” boşuna küçümsemediler. Ölüm gerçeği en ala özel mülkiyetçilik eleştirisidir. Çünkü toprağın altında herkes eşit olacak bir gün, toprağın üstündeki zulmün ve eşitsizliğin açıklanması işte bu yüzden bu kadar zor. Gassal Baki’nin dünya malına ve eşyaya değer vermeyişinin anlamı da burada.

ÇÜRÜME VE ÖLÜM ÇAĞI

Kasiyer kıza karşı isyanında kısa, yalın ve net bir ilişki isteyen Baki hayatın tüketilmesine duyduğu isyanı vurguluyordu aslında. Çürüme ve ölüm çağına giren kapitalizmin insan ilişkilerini, insan güzelliklerini nasıl öldürdüğünü insanın fiziksel ölümünün geri dönülemez acısı eşliğinde veriyordu. Bunu yaparken ölümün varlığını vurguluyordu ama “ölümü anlamlandıran şeyin yaşarken ne kadar kalabalık olduğumuzu” söylemeyi de ihmal etmiyordu. “Keşke ölmesem dedirtecek bir şeyler olmalı insanın hayatında” diyordu Baki. Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı olanların timsah gözyaşlarını, ölüden çıkarı olan mirasyedilerin acınası manzarlarını da gözler önüne seriyordu.

En etkilendiğim sahne ise Elif hemşirenin tiradıydı. Merhametin bile “iyi ki başıma gelmemiş” sevincine ve tesellisine dönüşmesini öyle güzel anlattı ki…

YAŞAYAN ÖLÜLERE MERSİYE

“Cenaze arabası sürmekten ala makam şoförlüğü yok” Baki’nin anlattıklarına göre. O halde herkesin en sonunda ulaşacağı makam cenaze olmak, en sonunda bineceği araç cenaze arabası. Debdebe ve şan, şöhret peşinde koşmanın acınasılığını başka hangi tema üzerinden verebilir ki insan? “Ölülerin manzaraya ihtiyacı yok” diyor yine Baki daha iyi evlerde, daha lüks yaşamak için manevi değerlerinden uzaklaşan, yaşarken ölen insana yazılmış bir mersiye gibi dizi.

ÖLÜMÜZÜ UĞURLARKEN EŞİTLENİRİZ

İnsanlar, ölümde eşitlenir. Herhalde bu eşitliği en güçlü duyduğumuz olay olduğu için, ölümüzü uğurlarken de eşitleniriz. Ama ne zamandır, musalla taşının önünde şov yapmak için birbirini ezenler çıktı, başka bir adap, başka bir töre hakim olmaya başladı. Reklamcılık, kılık- kıyafet ve poz kesmek ölenin huzurundaki eşitliği dahi bozmuştu. Ölüm, ölenleri eşitlerken, kimi cenaze törenleri yaşayanları bir kez daha eşitsizleştiriyor. Uğurlanan insana vefa ve saygıdan çok, birbirlerine hava atmaya gelen insanlar, cenaze avlusunda konuşulan dünya meseleleri ve miras kavgaları… Bizim çok önemli bir geleneğimizi yitirdiğimizi acı duyarak görüyor, isyan etmek istiyorduk. Gassal Dizisi buna da isyan ederek camideki eşitliğin köy ve mahalle toplumumuzda yaşadığını ve ayağa kaldırılması gerektiğini de gösterdi.

ÖLMEYEN ERDEMLERE

Dünya varlığı biter. Dünya malı tüketilir. İnsanoğlu erdemleriyle yaşar. Ölmeyen erdemlerimizdir. Erdemler iş işleyenlerin kanı teri dökülerken hayatın içinde ürettikleridir. Biz bu dünyadan gider oluruz. Ancak dünyada yaptığımız işler kalır. Baki’nin bıraktığımız boşluğu yaptığımız işlerde araması da boşuna değildir. O halde bu dünyadan giderken yarım bıraktığımız işlerin neler olduğu da önemlidir.

Bir takım sözde solcuların diziden siyasal islamcılığın manifestosunu çıkarması ise ibretliktir. Bahçeye diken aramak için giren kendisinde başka diken bulamaz. Dizideki sahnelerden bu önyargılarına malzeme bulmaya çalışanlar sırf TRT yapımı diye hatta dizinin senaristi Sümeyye Hanımın isminden yola çıkarak eleştirinin ötesinde saldırganlıklar gösterdiler. Mafyatik ve toplumdan kopuk bir kadının namaz vakitleri konusundaki bilgisizliğini seküler kesime saldırı olarak yorumladılar. İslama ve müslümanlığa dair her şeyi öcü olarak görmenin, kendi toplumuna nefretle bakmanın bu yaklaşımlarında belirleyici olduğu kesindir. Gökten bir kuş uçsa ve gölgesi islami değerlerin üzerine düşse o kuşu lanetleyecek bir akıldışılığın tezahürüdür gördüğümüz. Diğer yandan ölüm gerçeğiyle insan erdemlerine vurgu yapılmasından rahatsız olmak kapitalizmin yaşamı tüketen felsefesine bağlanmanın bir göstergesidir. Oysa ölüm vardır ve hayatın kıymetli ve eşit olması gerektiğinin de nedenidir.

Bizim yüreğimiz bir gün gelip dursa da, insanlığın yürek atışları durmaz. Gerçektir bu. O halde insanlığa hizmet etmek ölümsüzlüğün tek yoludur. İnsanlığın yürek atışlarının bir parça olanlara selam olsun. Yönetmen Selçuk Aydemir’e, Senarist Sümeyye Karaaslan’a ve Başrol Ahmet Kural’a helal olsun.

TRT Gassal