22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gazeteci yazar olmak kolay değil

Halit Deringör

Halit Deringör

Eski Yazar

A+ A-

Herkes her şeyi bilebilir mi? Bu sorunun cevabı doğal olarak, olur mu canım? Tabii ki ‘herkes her şeyi bilemez’. Ama bizim toplumda değil. Bizim insanlarımız her şeyi bilir! Maşallah hepsi süper zekalıdır! Tek bilmedikleri şey, bir insan tarafından her şeyin bilinemeyeceğidir. Adam, bir kasaba avukatıdır ve bir partinin sempatizanıdır. Aday yapılır ve parlamentoya girer. Düşlerinde bakan olacağını görür ve de hayal eder. Ama olamaz. Kırılmasın diye ‘Haydi ona da Spor Bakanlığı’nı verelim de kapatalım” derler. Oysa adamcağız sporun “s”sini bile bilmez. Hiç ilgilenmemiştir. Ne bilsin günün birinde spor bakanı olacağını? Bırakın sporu, askerliğini bile yapmamış olabilir. Fakat 70 milyonluk ülkenin spor işlerinden tek sorumlu insan olur. Sonra da ülke sporundan yakınır dururuz. Federasyon başkanları da öyledir. Onların da çoğunun futbolla ilgileri yoktur. Biraz zengin, biraz politikacı hatta biraz da mafyanın adamı olmaları yeterlidir. Seçimleri demokratiktir ama nedense sandıktan çıkanların demokratikliği tartışılır.Kulüp Başkanlarını da bundan soyutlamak olanaksızdır. Şimdiye kadar gelmiş geçmiş başkanların içinde spor ile ve de özellikle futbol ile ilgili olanların sayısı azdır. Çoğunun ekonomik durumları iyi oldukları için seçilmişlerdir. Spor yazarlarımıza da şöyle bir bakalım. Onların da çoğunun futbolla pek ilgisi yoktur. İçlerinde üniversiteyi bitiren parmakla gösterilir. Mürekkebi kurumadan eline kalemi bir de kağıdı alıp, boynuna da fotoğraf makinesini asınca spor yazarı! Olduklarını zannederler. Hatta birkaç yıl sonra kendilerinin gazeteci yazar olduklarına ve de futbolu çok iyi bildiklerine kendilerini inandırırlar. Başkalarını da inandırmak isterler.Ünlü olmuş futbolcuların da futbolu bıraktıktan sonra spor yazarlığı koltukları hazırdır. Gazeteye adeta paraşütle inerler. Bu paraşütle inenlerin kimliği kişiliği, bilgisi, becerisi hiç önemli değildir. Ben de 1964 yılında gazete yazarlığına böyle başlamıştım. Orijinimi soran, sorgulayan olmamıştı. Bu tarz hala da devam ediyor. Bu nedenle de kaliteli bir spor basını da bir türlü gerçekleşemiyor. Göreve gelir gelmez 8 sütun manşetten yazı yazarlar. Hem de kendilerinden deneyimli spor yazarlarının tepesinde. Şöhretlerinden başka özellikleri olmayanlar bile astronomik maaş alırlar. Çünkü şöhretlidirler. Futbolculukta ünleri vardır. Belirli bir hayran kitlesine sahiptirler. Okuyucunun ilgisini çekip, tirajın artmasına vesile olacaklardır. Üstelik de çok büyük yazarmış gibi havalara girerler. Oysa bu noktalara gelmek için insanların belirli bir eğitimi, deneyimi ve de yazı yazma yeteneğinin olması gerekir. Basın ve onun olmazsa olmazı olan, haber alma özgürlüğü çok önemlidir. Onun kapısı her gelene kolaylıkla açılmamalıdır. Diğer taraftan da 3 lisan bilen gençler asgari ücretli bir işe girmek için insan kaynaklarının kapısının önünde ter döküyor. Ne için? Bir işe girip de asgari ücreti almak için. Oysa bazı basın mensupları bu asgari ücreti çok kısa bir süre için cep harçlığı yapıyor. Nasıl bir çelişkidir? Nasıl bir dengedir? Anlamıyorum. Anlayamayacağım da...Her meslekte olması gerektiği gibi basında da en küçük kademeden, en yüksek kademeye kadar mesleki kriterlerin belirlenmesi ve insanların bu kriterlere göre seçilip, istihdam edilmesi gerekir. Ne zaman ki ‘adama göre iş yaratmak’ yerine ‘işe göre adam’ seçmeyi becerebiliriz, işte o zaman kaliteyi yakalamak adına yol kat etmiş sayılırız. Yazar olmak, önemlidir. Belirli bir konunun yazarı ya da yorumcusu olmak daha da önemlidir. Hem konunun uzmanı olması hem de yazı ya da ifade yeteneğinin güzel olması çok önemlidir. İfade etmeye çalıştığım örneklerden de anlaşılacağı üzere, ülkemizdeki futbol yazarları ya işin içinden geliyor ama ifade ya da yazma yetenekleri yok. Ya da Futbol ile hiç alakası olmayanların ifade ya da yazı yeteneği var. Oysa bu özellikler, bir futbol yazarında ya da yorumcusunda olması gereken özelliklerdir bence.1964’ten beri yazıyorum. Yeteneğim mi yok bilmiyorum. Gazeteci olmak için donanım müsait ama hala kendimi gazeteci yazar olarak görmüyorum. Demek ki ne harika insanlar var ülkemizde!
Hoş sözler ama boş sözlerHepimizin bildiği gibi çoğumuz değişik karakter yapısına sahibiz. Bazılarımızın kendilerine özgü takıntıları olabilir. Hemen aklıma geliveren bunlardan biri, insanın kendisini gerekli gereksiz methetmesidir. Bu tip insanlara megaloman deniyor bildiğim kadarıyla. Etrafımızda bu insanlar çokça var. Örneğin kral, imparator, profesör gibi lakaplar yakıştırıyoruz teknik direktörlere. Hoş sözler bunlar ama bir o kadar da boş sözler. Ne var ki buna inanan teknik direktörlerimiz de yok değil.. Gerçekten kendilerinin dâhi ya da profesör olduklarına inanıyorlar. İşte hastalık burada başlıyor. Bundan kurtulmak çok zor. Basından öğrendiğimiz kadarı ile Mustafa Denizli de göreve gelir gelmez ayağının tozu ile Galatasaray’ı Lig ve Avrupa şampiyonu yapacağını söylüyor. Mustafa Hoca da kendisinin sihirbaz olduğunu sanıyor galiba!