Gazetelerin hakkını verin!
Pazar günü medyadaki sorunlara ilişkin kaleme aldığımız köşe yazım çok ses getirdi. Gerek medya gerek halkla ilişkiler gerekse iş dünyasından birçok isimden tebrik aldık. Yazımda da belirttiğim üzere sorunların birlik ve beraberlik içerisinde çözümü için paydaş kurumlarla el ele verip istişare toplantıları ve kurullar oluşturmamız gerekiyor. Bugünkü köşemde de diğer birkaç hususu daha nazarı dikkatinize sunacağım. Öncelikle TBMM'de hazırlıkları devam eden ve kamuoyunda “Google Yasası” olarak bilinen basının dijital fikri mülkiyet haklarını koruyacak bir düzenleme kapıda. Konuya ilişkin Meclis'te bir konuşma yapan TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman, özellikle medya sektöründe çok ciddi bir talep olarak karşımızda bulunan emek hırsızlığının önüne geçmek istediklerini söyledi.
Yayman'ın konuşmasındaki şu hususlar bilhassa dikkatimi çekti: “Bir taraftan içerik üreten, personel istihdam eden ve o konuyla ilgili bir kurumsal yapılanmaya giden yapıların eserlerinin ya da haberlerinin hiçbir telif ödemeden ya da hiçbir referans verilmeden alınması, kullanılması; son tahlilde bu kurumların kan kaybetmesine, bir ekonomik zarara uğramasına yol açmaktadır... Reklam gelirlerinin azalması, kurumsallaşmış yapıların zaman içinde güç kaybetmelerine ve habere ulaşmak için harcadıkları emeğin ortadan kalkmasına yol açmaktadır.
Bizim burada tecrübeli, kurumsallaşmış yapıların kamusal haberciliği önceleyen ve toplum yararını gözeten habercilik anlayışı yerine temel meselesi etkileşim almak ve nasıl olursa olsun bir farkındalık oluşturarak reklam geliri elde etmek olan isimsiz, fake ya da isimli yapılara karşı muhakkak tedbir almamız lazım."
KÖŞE YAZILARIMIZDA DİLE GETİRDİK
Sayın Yayman'ın konuşmasındaki hususlar bu köşede dikkat çektiğimiz sorunları içeriyor. “Aman da ne güzel şirket aman da ne güzel patron!”, “Uydur uydur yaz; ne âlâ memleket!”, “İletişim Başkanlığı'na takdimimdir”, “Ne oluyoruz yahu!”, “Büyük patronların medyası yok artık”, “Bekçi kadar maaşımız yok ama oturup etik tartışıyoruz”, “Haber parasal değil kamusal bir meseledir” başlıklı yazılarımızda bu sorunları kaleme aldık.
İş öyle bir hale geldi ki bir zamanlar bilgi edinmek üzere kullandığımız Google, YouTube, X gibi platformlar bilgi edinilen yerler yerine tıpkı TV kanalları gibi toplumu kutuplaştıran kanaat önderleri ile doldu taştı. Hatta irrite tipler ön plana çıkarılarak örnekmiş gibi sunulmaya başladı. Sabancı CEO'su Cenk Alper, geçenlerde düzenledikleri beyin göçüne ilişkin bir proje toplantısında bu durumu şu veciz sözle özetledi: Sosyal medyada birbirini taklit eden influencer değil bilim influencerları çıkaracağız.
Yayman'ın işaret ettiği konulara başkanı bulunduğum Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) olarak ses getiren açıklamalarımızda geçen süreçte dikkat çektik. Özellikle haber hırsızlığının, SEO haberciliğinin ve tık avcılığının medyanın halkın haber alma hürriyeti ile bağdaşmadığını not düştük.
BAĞIMSIZ MEDYAYI BİTİRDİLER!
Nihayetinde işlerin buraya gelmesinde Google'un da sorumluluğu var. Bunun içindir ki TBMM'de yapılacak düzenleme esasen “Google Yasası” olarak anılıyor. Akademisyen Ussal Şahbaz da konuyu irdeleyen isimlerden. Pazar günkü yazımıza atıf yaparak, “Google yıllardır tüm dünyada link verdiği içerikler için basın emekçilerine telif ödemeyerek, bağımsız medyayı bitirdi. Bu linklerle aldığı trafikle tekelleşti. Basın mensupları, haber yapmak için haberin konusu olan kurumların bütçelerine muhtaç hale geldi. Hanut gezi kavramı ortaya çıktı. Şimdi de Google, ülkemizde kimin ne haberi yapacağına karar verir hale gelmiş.” yorumu yaptı.
Şirketin büyük hataları var. Birçok ülkede cezalar kesiliyor. Üretilen içerikler üzerinden para kazanan Google, telif hakları konusunda ise cimri davranıyor. Ancak söz konusu yasa umarım sadece sosyal medya platformları ve Google gibi teknoloji şirketleri ile sınırlı kalmaz. Çünkü onlarca kadro çalıştırarak haber üreten medya mecralarının tek bir kopyala yapıştırla eserlerinin çalınarak, kopyalanıp bunlardan para kazanılmasını sağlayan bu soyguncu düzenin de değişmesi şart.
İÇERİK DEĞİL HABER ÜRETENİN HAKKI
Geçenlerde ben bir yazımda “Ürün tanıtan gazeteci mi olur?” diyerek İletişim Başkanlığı'na hitaben bir yazı yazmıştım. Tabii yazının o kısmı, yılların editörü şimdilerde otomotiv basınının duayen isimlerden olan Okan Altan'ın bir serzenişi üzerine kaleme alınmıştı. Malum dijital mecralara da gerekli şartları sağlamaları halinde basın kartı alabilme hakkı tanındı. Bence güzel de oldu. Habercilik iddia basılı olacak değil dijital mecralarda da haber yapılıyorsa basın kartı haktır. Ancak araba ve telefon reklamı yapmaktan öte geçmeyen, bunun için firmalardan para alan reklamasyon mecralara da sırf koşulları taşıyorlar diye basın kartının verilmemesi gerektiğini söyledim. Nedir? Mesleğe yıllarını vermiş Okan abimiz günü eksik diye basın kartı alamazken araba reklamcısı mecranın patronu gazeteci gibi basın kartı alıyor. İletişim Başkanlığı'na soralım “O komisyonu oraya süs olsun diye mi koydunuz?”
İŞİNİ DÜZGÜN YAPANA SÖZÜMÜZ YOK
Neyse bu yazımdan alınan bir arkadaşımız bana sitemkar bir mesaj yazdı. Kendisine de durumu izah ettim ama oralı olmadı. Maalesef içerik pazarlamacılığı ile gazetecilik birbirine karıştırılır oldu. Öteden beri söylüyorum; nasıl ki çokomel gazetecileri olamayacağı gibi araba, telefon gazetecisi de olamaz. Elbetteki belli ihtisas alanlarında yönelmiş medya mensupları olabilir ancak doğrudan ürün pazarlama işine dönen ve fiyat dahi verilen bir noktada bunun artık bir gazetecilik faaliyeti olduğunu ifade etmek açıkçası bana çok doğru gelmiyor. Elbette tartışılabilir. Tabi hem onu yapıp hem de sektörle ilgili haberler kaleme alan, teknolojik gelişmelerden vatandaşı haberdar eden editörleri tenzih ediyorum. Sonuçta bu mecraların da istihdam için para kazanmaları lazım. Habercilikten de kopmadıkları sürece ücretli içerik üretimi işin bir kısmında olmazsa olmaz. Onlara sözüm yok.
Elbette mecraların yaşaması için yeni dönemin gerektirdiği işler de yapılabilir ancak sadece buna yönelik içerik üretilmesi bir kamusal iş değildir. Bunun yanında; habercilik, gazetecilik dediğimiz kavramları da içeren işler yapılıyorsa eleştirilerimiz bunların dışındadır. Buradan bakınca alınganlık yapan arkadaşın biraz da iğneyi kendine batırması hakkaniyet açısından iyi olur.
MEGALOMANLIK BOYUTUNDA
Öte yandan yakında zamanda sosyal medya paylaşımlarının etkisine ilişkin X'te paylaşılan bir araştırma dikkatimi çekti. Araştırma 2010'a ait. Alman akademisyenler kaleme almış. Makalenin başlığı “The reawing nature of social interactions.” Gilles Deleuze adlı X kullanıcısının takipçileri ile paylaştığı çalışmaya göre, “Twitter'da etkileşim almak kolay yoldan dopamin salgılamaya neden oluyor. Bu yüzden başlangıçta 3-5 kişinin beğenisini alan insanlar, zamanla etkileşim bağımlısı oluyor ve bunun sonucunda aslında desteklemediği fikirleri savunan bunun gibi tipler türüyor.”
Bir popüler kültür erozyonu ile karşı karşıyayız. Baktığımızda, “Yaptığım videolar izleniyor, yazdığım tweetler beğeniliyor, paylaşılıyor”dan hareketle veya “İnternet siteme girdiğim yarı dezenformatif içerikler alıp başını gidiyor” denilerek gerçeğe sadakatten taviz verilmeye başlandı. Unutulmamalı ki gazetecilik, sosyal sorumluluk gerektiren bir iştir.