Geçmişteki dil mezarlığında Arap alfabesinin payı
Bir kesim hâlâ dil devrimini yanlış anlatıyor, dilde özleşmeyi sözcük atma, sözcük temizleme hareketi gibi gösteriyorlar. Hayır, dil devriminin amacı sözcük türetme, sözcük üretme, sözcük bulma, kaybolanı arama, bunları topluma önerme hareketiydi.
Sadece önermekti işimiz.
Dilimizde unutulan Arapça, Farsça eski sözcükleri dillerini dolayıp üzülenler var. Asıl o sözcükler yüzünden kaybolan kendi sözcüklerimizden hiç söz etmiyorlar. Özellikle Arapça ve Farsçanın etkisiyle geçmişte bir ölü sözcükler mezarlığı bıraktığımızı ya bilmiyorlar ya da görmek istemiyorlar. Binlerce Türkçe sözcüğün kaybolmasında, hem Arapçanın, hem de Arap yazısının payı büyüktür.
Dil devrimiyle ilgimiz bir yandan da geçmişte bıraktığımız ölü sözcükler mezarlığına döndü. Bizim tarihimiz ölü sözcükler mezarlığı, coğrafyamız yarı öl sözcükler mezarlığı. Kaybolan sözcükler deyince önce kendi sözcüklerimiz gelmeli aklımıza.
Bu ölü sözcükler mezarlığını her gittiğim yerde anlatıyorum. İlgiyle, şaşarak, biraz da üzülerek dinliyorlar. Kendi sözcüklerimize, kendi dilimize niye sahip çıkamadığımız konusunda kafa yoruyorlar.
Atalarımız ne güzel sözcükler bulmuşlar, ama eli kalem tutanlar sahip çıkmamış: Pencere yerine “ışıklık” ya da “görgüç” dendiğini bilir miydiniz? Mutfak karşılığı “ocaklık”, “aşlık”… Miras yerine “düşerge, düşelge, düşerlik” kullanılırdı. Cadde, bulvar gibi büyük yollara “uluyol”; metropol için “uluşehir” ya da “ulukent”; zevceye “evdeş” deniyordu.
“Maganda” yakın zamanda uydurulmuş argo bir sözcüktür. 13. yüzyılda “yabaneri” denirdi maganda için. Genç magandaya da “yabanoğlanı”... “Çoban” sözcüğünün Türkçesi “koyuneri”; seyis “ateri”; ebevey’in Türkçesi “uluca” idi… “Sevcekli” şirin demekti. Halk dilinde rehin için “tutu”, agresif için “birdenbireci” denir. Sos için “katmaaş”, aperitif için “aşaltı” ...
Ya o güzelim renk adları… siskırı, turnakırı, yanıkal, pekmez köpüğü rengi… Ne yazarlarımız ne sözlük yazarlarımız gördüler bu güzelim sözcükleri…
Bizim olan, bu halkın zevkini, yaratıcılığını yansıtan, Türk insanının kanı gibi sıcak binlerce sözcük niye yazılı metinlere, edebiyat ürünlerine, sözlüklere girmedi, bir dil mezarlığına terk edildiler? Osmanlının “lisan-ı avam” aşağılaması bunun önemli nedenlerinden biridir. Oysa bütün dillerin temeli “lisan-ı avam”dır.
Üzerinde pek durulmaz ama ayrıca Arap yazısı çok bilinmeyen, yaygınlaşmamış, yaygınlaşmayı bekleyen kendi sözcüklerimizi yazmaya uygun değildi. Türkçedeki ünlü seslerin (harflerin) karşılığı Arap yazısında yoktu. Yukarıda yazdığım yaygınlaşmamış sözcükleri Arap harfleriyle yazmak ve okumak zordu. Arap yazısıyla bilmediğiniz, duymadığınız bir sözcüğü kolay okuyamazsınız.
Osmanlı aydını Arapça ve Farsça sözcükleri yazılışlarıyla birlikte hazır alıyordu, onları nasıl yazacakları konusunda bir sorun yoktu. Ama ilk kez duyulan Türkçe sözcükleri Arap harfleriyle yazmak, okumak nerdeyse olanaksızdı.
Anadolu’da 11. yüzyıldan başlayarak yeni bir yazı dili kuruluyordu, nerdeyse bütün sözcükler ilk kez yazılı metinlerde yer bulacaktı. Arap yazısı yeni duyulan sözcükler için uygun değildi.
Eğer Arap harfleri devam etseydi dil devrimiyle kazandığımız yeni sözcükleri türetmek, yaygınlaştırmak da olası değildi.
Dil konusunda hâlâ süren bir yanlış daha var: Yerel kavramını doğru anlamadık biz. Sözcük yerel olmaz, söyleyiş yerel olur. Bunu şöyle anlatayım. Başlangıçta, ilk türetildiklerinde bütün sözcükler yereldi. El, kol, alın, ağız…. Bütün sözcükler…
Bunların hepsi başlangıçta yereldi, ilkin çok dar bir alanda kullanıldılar, sonra yaygınlaştılar. Bir anda binlerce insanın aynı sözcüğü türetmesi, el, kol, alın demesi olası değildir. Bu sözcüklerin çoğu mağaralarda, önce çok dar bir alanda kullanıldı.
Yukarıda sıraladığım sözcükleri yerel deyip geçemeyiz, yerel değil, sahip çıkılmamış, dolayısıyla da yaygınlaşmamış sözcüklerdir.
Saklı Sözlük için hâlâ sözcükler, deyimler derliyorum. Yörenizdeki sözcükleri yazın bana. Sahip çıkamadığımız sözcüklerin sonu gelmiyor. Saklı Sözlük’ün ilk baskısını Destek Yayınevi yaptı. Çoktandır bulunmuyordu.
Bu sözlüğüme ve baskısı biten bazı kitaplarıma Ötüken Yayınevi ilgi gösterdi. Bu yayınevinde beni iyi izlemiş editörlerle karşılaştım. Saklı Sözlük’ün Ötüken Neşriyat’tan çıkan 2. baskısı nerdeyse yüzde kırk oranında genişledi, okurlarıma bu baskıyı yeğlemelerini önereceğim.