Gelişen dünyanın renkleri
Türkiye’nin de içinde yer aldığı “gelişen dünya ülkeleri” gerçekten bir ilerleme içindeler mi? İlerleme diye kavramsallaştırdığımız gelişmelerin toplumsal yansımaları neler? Gelişen ülkelerin dünya siyasetinde ve ticaretinde artan ağırlıkları dünyanın gidişatını da etkiliyor mu?
IMF ya da Türkçemizdeki karşılığıyla Uluslararası Para Fonu verilerine göre dünya genelinde 2000-2024 yılları arasında Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) değişimleri incelediğimizde 2007 yılında gelişmekte olan ülkelerin SAGP payının, gelişmiş ülkelerin SAGP paylarını geçtiğini görmekteyiz.
2000 yılında gelişmiş ülkeler toplam SAGP içinde yüzde 56,36, gelişen ekonomiler ise yüzde 43,64’ü temsil etmekteydiler. 2007 yılına kadar çeşitli değişimlerle gelişen ekonomilerin ilerleyişlerine tanık olduk. 2007 yılına gelindiğinde gelişen ülke ekonomilerinin dünyada genelinde artan ağırlıkları Satın Alma Gücü Paritesi oranlarına da yansıyor ve yüzde 50,18 ile bir eşik aşılıyor.
Bu tarihten sonra ivme artarak günümüzde henüz yıl kapanmadan 2024 verilerine göre gelişen ekonomilerin SAGP ağırlıkları yüzde 59,38 ile tarihi bir zirve görüyor. Gelişmiş ülkelerin SAGP oranları ise yüzde 40,62 olarak hesaplanıyor. Rakamlar IMF’nin resmi internet sitesindeki verilerden derlenmiştir.
Yine IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’nda belirtildiği gibi “Satın Alma Gücü Paritesi” (SAGP) ağırlıkları, bireysel ülkelerin satın alma gücü paritelerinde toplam dünya gayri safi yurt içi hasılasındaki paylarıdır. Satın Alma Gücü Paritesi (PPP), iki ülke para birimi arasındaki nominal döviz kuru değişikliklerini ülkelerin fiyat seviyelerindeki değişikliklerle ilişkilendiren bir teoridir. Yani ülkeleri, ekonomik bölgeleri kıyaslamak için kullanılabilecek bilimsel bir veridir. Tek başına yeterli olmadığı söylenebilir ancak kesinlikle göz ardı edilemez bir göstergedir.
Göründüğü gibi dünya ekonomisi içinde gelişen ülkelerin payı azalırken gelişmekte olan ülkelerin payı artmaktadır.
Gelişen ekonomiler geçmişin mazlumlar dünyasını temsil ediyor. Sömürgecilerin yüzyıllara varan talanlarından kurtulmanın verdiği özgüven ve umutla ayağa kalkan mazlumlar dünyası Afrika’dan Asya’ya, Güney Amerika’ya varan bir eksende hala inişli çıkışlı bir bağımsızlık mücadelesi veriyorlar.
Gelişen ülkelerin sanayileşme ve üretim ekonomileri kurmak için Çin’le geliştirdikleri projeler stratejik önemdedir. Çin dayanışması altyapı alanında, teknoloji transferi anlayışında ve ekonomik direnme hatlarının kurulması yönüyle gelişen dünya için hayati nefes boruları açmaktadır. Rusya ile geliştirilen savunma ve direniş altyapısı gelişen ülkelerin emperyalist kuşatmaya karşı daha dirençli olmalarını ve uygun koşullarda da Batı emperyalizmini ezen süreçleri de desteklemektedir.
Bu iki ülkenin yanı sıra Türkiye’nin de dünya genelinde gelişen ülkelerin ve mazlum ülkelerin direnişinde önemli destekleri olduğu özellikle Afrika ile gelişen işbirlikleri kapsamında büyük önem kazanmaktadır. Türkiye, Rusya ve Çin’in gelişen ülkelerdeki faaliyetleri emperyalist bir karakter taşımamaktadır. Karşılıklı fayda, fiziki yatırım ve dayanışma bu ilişkilerin ruhunu yansıtmaktadır. Gelişen ülkelerde yükselen antiemperyalist, bağımsızlıkçı siyasetlerde yükselen Asya’nın etkisi açıkça görülmektedir.
Amerika’nın gerileyen askeri ve siyasi gücü gelişen ekonomiler üzerindeki tehditleri de azaltmaktadır. Amerika öncülüğündeki NATO yayılmacılığı Asya kayasına çarpmıştır. Filistin direnişinde iki dünya çarpışmaktadır. Gerileyen Atlantik hegemonyası İsrail’in saldırganlığını dizginlemek zorunda kalmıştır.
Yeni dünyayı temsil eden gelişen ülkeler, Çin, Rusya, Türkiye, İran ise BRICS gibi önemli insanlık birlikleri ile önümüzdeki süreci yönetecek, yeni dünya anlayışını yerleştirecek gücü oluşturmaktadırlar.
Türkiye bu süreçlerin izleyicisi olamaz. Uzaktan izleyemez.
YEŞİL VE MOR TUZAKLAR
Gelişen dünyayı hayata müdahale etmekten alıkoyma taktiği bir süredir çeşitli araçlarla piyasaya sürüldü.
Gelişen dünya zincirleri nasıl kırabilir? Öz kaynaklarına dayanan bir üretim ekonomisi kurarak. Öz kaynakları ve üretim alanları üzerinde milli otoritesini kurarak. Yar altı ve yer üstü hammadde kaynaklarını millileştirerek. Yukarıda belirttiğimiz Çin, Rusya, Türkiye, İran, Hindistan gibi ülkelerle dayanışma içinde olarak ve ortak insanlık projelerine katılarak. Her şeyin ötesinde günümüzde kaçınılmaz gerçeklik olan “silah kardeşliği” yaparak. Öyle veya böyle eski dünyanın barışçıl yollardan dünya hegemonyası iddialarını boşa çıkarmak için mutlaka “silah” kullanılacaktır.
Mazlumların silahlarının önüne kim çıkacak; yeşil ve mor etiketli turuncu devrim zihniyetliler. Bunlar tam anlamıyla emperyalist güdümlü karşı devrim odaklarıdır. En gerici odaklardır. Müslümana da düşmandır, Atatürk’e de düşmandır, üretime de düşmandır, bağımsızlığa da düşmandır. Batı merkezli dünyanın uşaklarıdır. Türkiye’nin Mavi Vatan mücadelesini hedef alan da bunlardır. Libya’da, Somali’de, Karabağ’da ya da isimsiz kahramanlarımızın can feda mücadele ettikleri her coğrafyada düşmanın postalını parlatan da bunlardır.
Turuncu devrimciler kendilerine en geniş tabanı yaratmak için bakın nasıl bir tanım geliştirmişler;
“Gezegene verilen zarar konusunda endişeli çevreciler, nükleer karşıtı aktivistler, çatışmaların çözümüne alternatif yollar öneren şiddet karşıtı barış eylemcileri, feministler, diktatoryal ve otoriter rejimlere karşı savaşan özgürlük ve insan hakları savunucuları, anarşistler, sömürgeciliğin sonlandırılmasını savunan ve gezegenin kuzeyi ile güneyi arasında ekonomik yönden daha dengeli ilişkiler öneren ‘üçüncü dünya’ dayanışma hareketleri, hayvan hakları hareketi, fakirliği sonlandırmak ve sosyal adalet için uğraşan aktivistler, eşcinseller gibi birçok toplumsal hareket yeşil siyasetin tabanını oluşturdu”. [1]
Kulağa hoş gelen tanımlar, isyanlar, beklentiler ile örülmüş, yaratıcı yıkıcılık üzerine inşa edilmiş ve ekonomik hoşnutsuzluğun pususuna yatan bir düşman karşımızda.
Milli devletin gözü, kulağı açık olmalı.
Üretim Devrimi, Türk milletinin bilincinde yükselmelidir.
Marks ideoloji kavramını anlatırken şöyle der: “Her dönemde yönetici sınıfın fikirleri, hâkim fikirlerdir. Yani toplumun maddi gücüne hükmeden sınıf, aynı zamanda hâkim entelektüel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetimi elinde tutar. Böylece genel olarak ifade etmek gerekirse, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirleri, bu araçlara sahip olanlarınkine tabidir.”
Renkli devrimlerin altyapısı küresel şirketlerin, batılı istihbarat şeflerinin ve hedef ülkelerdeki “elit” sınıfların özlemidir. Bahane üretmek, kargaşayı ve iç savaşı örgütlemek için her yolu denerler. Ancak bu hayasız akımın patronu Amerika Birleşik Devletleri için gelecekte Amerika Ayrışık Devletleri gündemdedir.
Hesabını Amerika’ya göre yapanlar için mutlak yenilgiden başka bir seçenek yoktur.
Türkiye’nin ve gelişen dünyanın cesaret, namus ve üretim devrimi yolu açık olsun.
Aile, gelişen dünyanın, milletlerin en değerli varlıdır; bu özel notu da son cümlem olarak vicdanlarınıza sunuyorum.
Kaynak:
Gülgeç, B.G. (2017). Avrupa’da Yeşil Hareketlerin Gelişimi ve Avrupa Birliği Bütünleşmesi. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Okuma önerisi; Emperyalist Silah Renkli Devrimler, Teori Dergisi, Ağustos 2024