22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Geliyor gelecek olan!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Çoğu görüşlerine katılmasam da Ertuğrul Özkök ilgiyle okuduğum önemli bir köşe yazarı. 27 Kasım tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde kendi ailesindeki bir vefat nedeniyle “Cemal, Sema, Tansu, Ben ve bir Türkiye hikayesi” başlıklı alabildiğine hüzünlü bir yazı kaleme aldı. Yazı, çoğumuzun ailesinde yaşandığı gibi 1970’lerden başlayarak ailesindeki vefatları etkileyici ve trajik bir dille anlatıyor. Yazısına da koyduğu 1971 tarihli bir aile fotoğrafına oturup uzun uzun o bakmış ve sonra da içinden gelen bir ses işitmiş: “Bu, aslında bütün Türkiye’nin, hepimizin hikâyesi değil mi?” Hemen arkasından soruyor: “Öyleyse biz nerede yanlış yaptık?”
Hüzünlü bir hikaye ve hüzünlü bir soru gerçekten de... (Başı sağolsun!). Fakat buradaki asıl hüzünlü olan, konunun Türkiye olması ve tarihi “biz nerede yanlış yaptık” sorusunda.
Özkök’e katılıyorum yazdıkları gerçekten de hepimizin hikayesi. Fakat kendisi de iyi bilecektir ki söz konusu çağ, tarih, ülke ulus olduğunda çok daha büyük tarihler da var ve bunlar öyle birbirinden kopuk falan değiller. Özel olarak belirtmese de sanırım Özkök de “Öyleyse biz nerede yanlış yaptık...” sorusunu tam da bunun için soruyor olmalı? Çünkü Türkiye bunları da konuşmaya başladı ve ortak geleceğimizin önünü asıl bu konuşmalar açacak diye düşünüyorum.
Ah empati! Biraz daha empati! Siyasi ahlaki ve kültürel olarak da samimiyetle empati!
Konuyla ilgilenenler bilecektir: Musevi inancına göre, siyasi toplumsal bireysel vb. her anlamda önünüzü göremediğinizde, ne olduğunu tam olarak anlayamadığınızda, işin aslını öğrenmek, doğru kararlar vermek, karmaşa ve kaostan kurtulmak gibi bir derdiniz olduğunda yardımınıza Tanrı’nın temsilcisi olduğuna inanılan baş melek Uriel’in koşacağına inanılır. Çünkü bu inanışa göre, Uriel bir tür “Geleceği Getiren”, insan zihnine yeni yeni fikirler, bilgiler, öngörüler ile karşılaşılan sorunları doğru anlayıp kavrama yeteneği ve çözümler ile donatan bir melektir. Yine bilinecektir ki Uriel’in İslam dinindeki karşılığı ise “vahiy meleği” olarak da kabul edilen Cebrail Aleyhisselâm’ın ta kendisidir.
Bazı çağdaş düşünce ve sanat kuramcıları bütün dünyada artık hayat, felsefe, sanat ve kültür “din”lerinin öne çıktığını öne sürseler de, İslam’ın son din olduğu ve bu sürecin de halen devam ettiği de bir başka gerçek. Peki şimdi bütün insanlık olarak nerede duruyoruz? Ya da şimdi insanlık kimin ve neyin rehberliğine nasıl bakacaktır? Önümüzdeki temel soru da tam anlamıyla budur işte.

AŞIRILIKLAR ÇAĞI DEVAM EDİYOR!
Çağımızın en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Eric Hobsbawm “Kısa 20. Yüzyıl: 1914 -1991 Aşırılıklar Çağı” başlıklı kitabında, içinden geçiyor olduğumuz çağı “Aşırılıklar Çağı” olarak tanımlıyor. (Önemli not: kitabının çevirmeni gazetemiz Aydınlık’ın abartısız en etkilendiğim ve çok şey öğrendiğim köşe yazarlarından Yavuz Alagon.)
Hobsbawm, her ne kadar hiçbir tarihçinin içinden geçiyor olduğu bir çağı, bir başka çağ tarihi gibi dışarıdan ve o dönemin kaynaklarından yazdığı gibi yazamayacağını öne sürse de bizler gibi kendisinin de içinde devindiğimiz çağın tam bir “aşırılıklar çağı” olduğunu öne sürmesi oldukça çarpıcı. Çünkü bu çağ iki trajik büyük savaşın (Birinci Dünya Savaşı’nda 17 milyon, ikinci büyük savaşta, 65 milyon insan ölmüş. Bu savaştan sonra 2000 yılına kadar yaşanan iç çatışmalar ve savaşlarda ise yaklaşık 41 milyon insanın öldüğü tahmin ediliyormuş.) büyük yıkımların, siyasi, ahlaki ve kültürel yanılgıların ve çöküntülerin çağıdır ve her şey “aşırı”dır artık. Çünkü insanlık sadece ütopyaları bağlamında değil bizzat “insanlık” kavramının kendisi de çıkmazdadır.
Artık 21. Yüzyıldan 18 yıl yemiş durumdayız ama 20. Yüzyılda ölen insan sayısı da dahil her anlamdaki büyük ahlaki, kültürel ve insanlık ölümleri, altüst oluşlar, yıkımlar, savaşlar ve katliamlar (birey ve ulus olarak) büyüyerek sürüyor. Artık sol sağa, sağ sola, kapitalizm emperyalizme, sosyalizm kapitalizme, liberalizme, hepsi birden neoliberalizme, sözde bilimsel ve kuramsal olan hurafe ve safsataya ve oradan da siyasi, toplumsal, kültürel iktidara, demokrasiler diktatörlüğe, isimler, pozisyonlar ve değerler birbiriyle “aşırı” bir değiş tokuşa girmiş durumdalar.
(Burada Hitler’in Fransa’yı işgali ve sonrasında ortaya çıkan “yeni dünya düzeni”yle birlikte Albert Camus’un Jean Paul Sartre’a, Sartre’ın da Camus’ya doğru nasıl yer değiştirdikleriyle ilgili önceki bir dizi yazımı “mesel” niyetine önersem acaba ayıp mı olur bilemedim.)
Bunları niye mi yazıyorum?
Hani sayın Özkök, “Bir Türkiye Hikayesi” imgesi üzerinden ilerleyerek kız kardeşinin “çok muhafazakâr bir aileden gelen” ve ailede “sağ partilere oy veren tek kişi” ve “sıkı Özalcı” olan eşi Cemal Aksoy’un “ekonomiye dayalı liberal rasyonelliği” ile “daha sonraki yıllarda Özal’ı anlamaya başladığımda, Cemal’i de anlamıştım” ifadesini kullanıyor ve “Biz nerede yanlış yaptık?” diye soruyor ya o yüzden. Yani aslında her şey aşırılıklar çağında aşırı çıkışsız bir kısır döngüye...
Fakat yine de umarım ki Özkök de bizler de AKP iktidarı da ulusumuzun ve Türkiye’nin artık yaptığımız “yanlış”ların altında kaldığını ve halen de körlemesine orada durduğunu hep birlikte anlayacağımız günlere selametle ulaşabiliriz. Çünkü Özkök’ün sonradan anladığını söylediği “Özal Türkiye’si” de öyleydi. Türkiye’ye özgürlük, demokrasi, modernleşme getireceğine inanılan AKP Türkiye’sini getirdiği rota da öyle değil mi? Fethullah Gülen ağının Türkiye Cumhuriyeti devletinin ana gövdesini öldürücü bir hastalık gibi sarması Ergenekon, Balyoz, ODATV kumpas zulümleri de 15 Temmuz darbe girişimi de öyleydi.
Hepiniz de hepimiz de oradaydık! Herkes her şeyi görmedi mi dersiniz?