02 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gerçek hedef-(TAMAMI)

Şahin Mengü

Şahin Mengü

Eski Yazar

A+ A-

Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, tarihsel ve sosyolojik kökleri olan partilerin temelli kapatılması sonrasında, Türk siyasi yaşamında çok ciddi savrulmalar yaşandı.

Elbette demokratik siyasi yaşamda kalın çizgilerle toplumun birbirinden ayrışması, hem tehlikeli ve hem de demokrasinin; insanların mutluluk, özgürlük, refah gibi kişisel beklentilerini kovalaması olarak nitelenebilecek tanımına aykırı olacaktır.

Kişilerin elbette seçimlerde demokratik tercihlerini kullanırken, yukarıda saydığımız beklentilerine cevap vereceğini umduğu parti hangisi ise seçimde o partiyi tercih etmesi, eğer o partide aradığını bulamamış ise bir dahaki seçimde bir başka partiyi seçmesi doğal ve doğru olanıdır.

Ancak bu davranış seçmen tercihleri açısından doğrudur.

Siyasi parti üyeliği, yöneticiliği açısından ise durum çok farklıdır. Zira siyasi partiler, “bir program etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacını güden, sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar”dır.

Bu tarif, seçmenle parti üyesi arasındaki farkı ortaya koyuyor. Seçmen beklentilerinin peşinde olur, parti üyesi ise inandığı programın. Bu nedenle bir kişi eğer bir partinin programına, ilkelerine inanmıyorsa o partiye üye olmaz. Eğer ilkelerini ve programını benimsememesine rağmen bir partiye üye olmuş ise kişisel menfaatini kovalayan, siyaseten etik değerleri olmayan bir insandır.

Aynen CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün gibi... Kendisi CHP’li olmadığını, Kemal Kılıçdaroğlu ısrar ettiği için partiye girdiğini söylemiş ve Dersim’de yapıldığı iddia edilen “katliamın” sorumlusu olarak CHP ve Atatürk’ü göstermiştir.

CHP üyesi olan bu milletvekilinin açıklaması üzerine, liboşlar, numaralı Cumhuriyetçiler ve şeriatçılar bir anda bu olayın üstüne atladı. Artık Dersim olayları, yüzleşme kisvesi altında, tümüyle Atatürk’e yönelik bir siyasi karalama kampanyası haline getirildi.

CHP’lilerin, CHP’nin tarihinde utanacakları hiçbir şey yoktur

Şunun bilinmesinde fayda var. Gerçek CHP’lilerin, CHP’nin tarihinde utanacakları hiçbir şey yoktur. Gerçek CHP’liler, bütün gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasından yanadır.
1950 yılından itibaren bugüne kadar geçen 61 yıllık süre içinde, CHP hiç tek başına iktidar olmadığı gibi bu süreçteki parçalı iktidarı da 4-5 seneyi geçmez. Yani Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden bu yana 50 küsur yıl bu ülkeyi sağ partiler yönetmiştir.

Devletin tüm arşivleri ellerindedir. En basiti ile bugün “Sabiha Gökçen Havaalanı’nın adını değiştirelim” diyenlerin, Menemen, Sivas katliamlarını, Kahramanmaraş, Çorum olaylarını görmezlikten gelip Dersim’de katliam yapıldığını söyleyebilenlerin partisi AKP, 2002’den beri iktidardadır. Açsınlar şu devletin, özellikle Genelkurmay’ın arşivlerini yansız tarihçilerin incelemesine de gerçekler ortaya çıksın.

Bu çağdaş devleti kuran Atatürk ve silah arkadaşları, iki cephede birden savaşmışlardır. Bir taraftan emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi verirken, bir yandan da gericiliğin temsilcisi olan feodalizme karşı, aynen Dersim’de olduğu gibi mücadele etmişlerdir.

Bu özelliği bugün birtakım liboşlar, numaralı Cumhuriyetçiler ve şeriatçılar tarafından görmezlikten gelinip O’na saldırılırken, UNESCO onların söyleminin ne kadar yanlış olduğunu 27 Kasım 1978 tarihinde verdiği “UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu olduğunu göz önünde tutarak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce savaşların ilk liderlerinden biri olduğunu kabul ederek, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmaların olağanüstü bir örnek olduğunu ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak, eylemlerini her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden...” şeklindeki kararıyla ortaya koymuştur.

Asıl amaç, tarihle yüzleşmek değil, sevgili Bekir Coşkun’un söylemiyle Atatürk’ü tekmelemek. Ama bu millet ne yaparsanız yapın buna izin vermez.