09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gerçek kahramanlara ayıp oluyor -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

2013 yılının ilk hafta sonu akıl almaz çelişkilerle geçti. Kahramanların “Suçlu” sayıldığı şu dönemde, binlerce insanımızın katlini yönetenler, Atatürk Cumhuriyeti’ni ele geçiren işbirlikçilerin ya da onların bürokratlarının karşısında pazarlık yapabilecek konuma getirilmiş. Suçlu liderler itibarda!

Daha da önemlisi; AKP’nin ana çizgileri, Oslo’da çizilen “Bölünme Anayasası“yla ilgili koşullar ile sürebiliyor. Buna karşılık bu ülkenin onurlu subayları, genelkurmay başkanları, aydınları, gazetecileri “Terörist” kabul edilerek zulümhanelerde çürütülüyor!

Sizce akıl almaz dönüşümün nedeni nedir ki?

Uydurma oldukları ortaya çıkan kanıtlar teker teker çürütülmüşken, yargı organlarının bu kanıtlarla insanları suçlu ilan etmesi ne ile açıklanabilir?

Aklımıza hayalimize gelmeyecek bir süreci sabırla ve hayretle izleyip duruyoruz. Suç ve ceza kavramları, yeni hukuk düzeninde siyasetin kontrolünde olduğu bilinen Yargı. Acımasız bir özgürlük savaşının gerçek kahramanlarına ayıp olmuyor mu?

Böyle olacağı bilinirken

Lütfen şu satırlara bir göz atınız:

“-Terör soğuk kanlı bilinçli bir biçimde, belli bir siyaset projesine ulaşmak üzere uygulanmaktadır.

Bu siyaset projesi, Türkiye’nin anayasal rejimini, millet tanımını değiştirmek, devlet yapısını değiştirmek isteyen bir yöntem haline gelmiştir. Toplumu, halkı o siyaset projesine teslim olmaya yavaş, yavaş çekmek için uygulanmaktadır. Şu anda mesela, terörün ana hedefi af çıkarılmasıdır.

Af talep edenler Türkiye’de ayrılıkçı bir şiddete dayalı siyaset anlayışını bırakacaklarını ifade ediyorlar mı? Hayır. Af bir, anlamda şiddet yoluyla ayrılıkçı bir mücadele vermenin aklanması talebidir”

Bu sözleri önemli bir lider söylüyor ve bugünleri önceden görmüş gibi ekliyor: “- Efendim, dış çevreler Türkiye’yi engellemek için bunu yapıyorlar; evet öyle, daima öyle. Şeyh Sait isyanından beri öyle ama sadece dış çevreler önlemek istiyor diyerek bu konuyu tüm karmaşıklığıyla ortaya koymak mümkün değil.”

Kim söylemiş? Meraklandınız! Aslında bu sözleri o günlerde ilgi ile izlediniz, belki de üzerinde durmadınız. Ancak “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.”

Devam edelim:

“- Bu olayı halk planına çekme. Toplumu, vatandaşı terör çatışmasının bir tarafı haline dönüştürme girişimi mutlaka bertaraf edilmelidir, vatandaş bu işin dışına çekilmedir....”

Bu sözler TBMM’de 19 Eylül 2005 yılında söylendi: Söyleyen de bu sözleri söyledikten 5 yıl sonra o planın karşı dik duran “CHP Genel Başkanı Deniz Baykal”. Sormak gerekmez mi? Baykal şimdi neden susmakta. Hem de partisi Başbakan’ın yeni açılım politikasına sıcak bakarken! Bu bir bilmece ve anahtarı hala Baykal’da.

Baykal 2008 yılında bir Baltık ülkesinin finansmanını yapan, bir düşünce enstitüsünü marifetiyle dünyaya servis edildi. Ne rastlantı!

2008 Ergenekon planının devreye sokulduğu yıldır. O plan gereğinde iki yıl içinde Baykal CHP’den uzaklaştırıldı ve yerine daha uysal, daha uyumlu bir başka lider bulundu ve cadı avı hızlanmadı mı?

Şimdi hangi noktadayız?

Başbakan “-Biz gitmeyiz ama bizim adamlarımız, bizim gerekli gördüğümüz talimatı bizden alan bürokratlarımız, İmralı’ya da gider, Kandil’e de...” diyor. Demek ki uygulama değişmiş.

Ve sonra MİT Müsteşarı İmralı’daki idamdan müebbete dönen Öcalan’la tam 48 saat görüşüyor ve iskelede bekleyen özel yata atlıyor.

İşte size suç ile cezanın nasıl karmaşıklığa sokulduğu bir öykünün son durumu bu.

Bunları doğal kabul edersek elbette şunu da kabul etmemiz gerekecek,”Bükemediğimiz elle tokalaşırız da, müzakere de ederiz”

Şimdi soralım:

“Bu marifeti siz; anaların gözyaşı dinsin diye mi yapıyorsunuz, yoksa Bölünme Anayasasına karşı halktaki tepkilerin üstünü örtmek için mi?”

Herkesi kandırmak mümkündür de, bir defa ayağa kalkan, uyanan bir milleti kandırmak çok ama çok zordur.