Gericiliğin sunturlu simgesi
Eskilerde “zamane halleri” denen, “çağın gerçekleri” anlamındaki nesnel kavramın yerini, nicedir, “zamanın ruhu” tamlaması aldı. Bu, toplumun gerçeklerden uzaklaştırılması yönünde dijital donanımlı yöntemlerle sinsice ve ısrarla sürdürülen bombardımanın her an kitleleri dünyanın belirsiz ve gizemsel oluşuna inandırma gayretlerinin kaçınılmaz sonucu... Zaman’ın ruhunda açığa çıkan da özünde tastamam aynı niyetin dışavurumu...
ZAMAN’IN RUHU
Kasım 2018’deki TÜYAP 37. İstanbul Kitap Fuarı, bu yılki temayı, “Hayatı Edebiyatla Kuşatmak” olarak belirlerken, yılın “Onur Yazarı” olarak da Selim İleri’yi seçti. Bunu, “Zaman’ın ruhunu çağırmak” olarak yorumlayan kimi yazar dostlar, “teknolojinin bunca ilerlediği çağda gerçeğe bu kadar düşmanca bir tutum nasıl izlenebiliyor?” diye sormaktan da kendilerini alamıyor. Oysa yanıtı çok açık: Bu, teknolojinin bütün donanımını hurafe ve yalanın buyruğunda kullanarak insan aklını sakatlamak ve denetim altına almakla gerçekleştiriliyor.
70 yıl geriden bugüne gelerek, belleğimizi şöyle bir yoklayalım: Dünyayı Soğuk Savaş’la başlayan gericileştirme süreci, karşısında aydınları ve aklın saydam duvarını buluyordu. Gerçekçi yazarlar kadar, hakikati imge ve simgelerle yansıtma, anlamı kimi örtük ve kapalı biçimlere saklayarak verme derdindeki yenilikçi yazarların da ilk sorunu, aklı ve düşleri gerçeğin zemininde insanın aydınlanmasına yatkın bir yazınsal söylemle sergilemekti. Ne Steinbeck ya da Kafka ve Sartre’ın, ne Nâzım Hikmet ya da Cemal Süreya’nın, ne de Aziz Nesin ya da Oğuz Atay ve Cemil Meriç’in dünyasında akıldışı ve gerçekdışı olana yer vardı.
SIZINTI İLKESİ
McCarthy’nin cadı kazanı sonrasında verdiği gözdağının bir süre sonra gözü kara bir başkaldırı dalgasıyla geri dönüşünü engellemek için emperyalizmin aydınlar ve sanat dünyasında sızıntı ilkesini yaşama geçirdiği saptaması bir genel kabuldür. Sabahattin Ali ve Orhan Veli’nin, Orhan Kemal ve Oğuz Atay’ın insana edebiyatın penceresinden taşan aydınlığı göstermeye çalıştığı bir ortamda, gerçeği bulandırma niyetleri içindeki bir yazınsal deneyime, Selim İleri’nin okurda bozgun duygusunu pekiştiren silici fantazyalar söylemine yer bulmak çok güçtü. Sızıntı ilkesinin gereği olarak ideolojiden kaçış adına postmodern tekniklerle her türlü sanatsal birikimin tüketilmesi çabasından sonuç alındıktan sonra teslimiyetin içselleştiği yazgıda buluşmak aydının asıl niteliği olmalıydı. Oldu da... İlhan Selçuk’tan sonraki çürüyüş artık hiçbir örtü ve gizlenmeye gerek kalmadan savunulabiliyorsa, şimdi sıra, hurafenin günahsız anlatımından, ihanetin görkemli ve gösterişli üslubunu etkili bir somutlukta örneklemeye gelmiştir: Yaşamın tüm dijital olanaklar kullanılarak çöküş edebiyatıyla kuşatılması resmen ilan edilmelidir.
SUSMALIK
Kendini sunmanın edebî nitelikten çok bencilce duygulardan beslendiği bir edebiyat dünyasında yazarın kapakta ya da vitrinde yurdu pahasına sus payı (hakk-ı sükût) sırasını kaçırmama kaygısının ne yazık ki hiçbir sanatsal değeri yoktur. Güncel iktisat ve siyasetteki karşılığıysa, para ve ün için telef olmaktır.
Gerçekliği bozunuma ve çürümeye uğratma çabasını büyülü gizemsel söylemden hurafe romantizmine taşıyanların duyarlığı, politik düzlemde demokrasiyi bozuk parayla harcama niyetleriyle artık açıkça ortaya dökülmüştür. Nitekim kimi CHP’lilere göre Doğu Perinçek’in Cumhurbaşkanı adaylığı için son gün verilen birçok imza; demokrasi adına değil, FETÖ ve HDP’nin kollanmasını görmezden gelmesi için susmalık verilmiştir. Bu küstah itiraf, gerçeğin savunulmasını nankörlük olarak görüyor.
Edebiyat ve siyasette peşkeş yöntemini tek geçerli yola dönüştürmek amacıyla gericiliğin en sunturlu simgelerinin apaçık kullanıldığı bir dünyada her türlü susmalığı reddetmedikçe hiçbir umuda çıkış yok!