24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gıda, ekonomi ve politika

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Daha önceki bir yazımızda ayda bir köşe yazısı yazmanın zorluğundan söz etmiştik. Zorluk, konu ve bilgi açısından daha çok, gündemi ve dolayısıyla okuyucu ilgisini yakalamaktır. Bu ayki yazımızda dünya ve Türkiye’de de önemli bir sorun olan gıda atık ve kayıpları konusunu tartışmayı planlamıştık. Ancak ülke gündeminde yer alan terör ve kısır siyaset tartışmalarını bitiren, tüm toplumu şok eden 15 Temmuz olaylarını yaşadık. Ciddi can kaybı ve yıkıma neden olan bu menfur olayın toplumda büyük kaygı ve huzursuzluk yarattığı bir gerçektir. Yazılı ve görsel medyada birbirini tekrarlayan, bir anlamda kısır, olayın nedenlerinden çok yaşananları anımsatan tartışmalar; düşünenlerin aklını zorlayan “Türkiye bu noktaya nereden ve nasıl geldi?” sorusuna cevap vermenin çok uzağında kalmaktadır. Kitap konusu olacak bu cevap meselesini birkaç cümle ile özetleyip konumuz olan gıdaya dönelim.

GIDA EGEMENLİĞİ
Gıdanın insanoğlunun yaşamsal gereksinimi olması nedeniyle ekonomik, stratejik ve politik bir araç olduğunun altını çizmek gerekir. Bu konu gıda egemenliği sloganıyla dünya gündemine de girmiştir. Şimdi 15 Temmuz olayları ile gıdanın ilişkisini bu çerçevede ele alırsak, bu olayların başlangıcının II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle beraber Türkiye’ye barış gönüllülerinin yanında süt tozu, margarin, soya, un gibi gıda maddelerinin bir dost yardımı olarak gelmesine kadar uzandığını belirtebiliriz. Bu dönemi okuyarak öğrenen değil yaşayan biri olarak bunu yazıyorum. Sabahları kazanlarda kaynayan süt tozundan mamul sütün bir ciddiyet içinde sıralanan öğrencilere bir denetim içinde içirilmesi hala gözlerimin önündedir. Hatta geçmiş hafızam pekiyi olmamasına karşın, bir barış gönüllüsü olan “Jonathan Pool” ismini bile hala hatırlıyorum. Evet, bu uygulama Türkiye’de sadece beslenmeyi değil, siyaseti, eğitimi, ekonomiyi özetle Atatürk’ün yıkılmaz temel ilkelere dayalı olarak kurduğu cumhuriyetin kuruluş felsefesini değiştirmek ve yıkma idealinin başlangıcı olmuştur. Başlangıç yaklaşık 1950 dersek 66 yılda yaşananlar ve gelinen nokta, çok üzücü olduğu kadar, bütün yalınlığıyla ortadadır. Tüm bu olumsuz tabloya karşın, yapılan değerlendirmemiz çözüme de işaret etmektedir. Tek çözüm, ulusal birlik ve bütünlük içinde, başta laiklik ve eğitim birliği olmak üzere Cumhuriyetin temel kazanımlarına geri dönmektir. Demokrasi nöbetlerinin, demokrasiyi sandığa bağlayan millet iradesi dar kalıbından çıkarılıp, demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile birlikte canlandırmaya dönüşmesi dileğiyle, gıda konumuza dönelim.

1.3 MİLYAR TON GIDA ZAYİ
Önceki bazı yazılarımızda da değindiğimiz gibi, dünyada bir milyara yakın insan temel gereksinim olan gıdaya erişim açısından açlık sınırında bulunmaktadır. Bunun yanında, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, dünyada insan tüketimi amacıyla üretilen gıdaların üçte bire yakın bir bölümü, başka bir ifade ile yaklaşık 1.3 milyar tonu gıda atık ve kayıpları olarak yok olmaktadır. Bunun değeri de yaklaşık 990 milyar dolar gibi çok büyük bir miktardır. Nedenleri farklı olmakla birlikte, gıda kayıp ve atıklarının sadece zengin ve gelişmiş ülkelere ait olmadığı, geri kalmış yoksul ülkelerde de önemli ölçüde gıda atık ve kayıplarının söz konusu olduğu bir gerçektir. Nitekim miktar olarak 1.3 milyar ton atık ve kayıp ve atığın 670 milyon tonu ve değer olarak da 910 milyar dolarlık kaybın, 680 milyar doları sanayileşmiş ülkelere aitken geri kalan 630 milyon ton ve 310 milyar dolarlık atık ve kayıplar da gelişmekte olan ülkelere aittir.
BM kaynaklarına göre, günümüzde yedi milyar dolayında olan dünya nüfusunun 2030 yılında 8.5 milyar 2050 yılında da 9,3 milyara ulaşacağı ve mevcut gıda açığının daha da artacağı iddia edilmektedir. Toplam gıda tüketiminin yüzde 24’ünü aşan, atık ve kayıpların azaltılması sürdürülebilir tarım ve çevre etkisi açısından olumlu sonuçlar verecektir. Başka bir anlatımla, gıda atık ve kayıplarının ortadan kaldırılmasının Dünya Kaynak Enstitüsü gibi uluslararası kurumlarca iddia edildiği gibi, dünyadaki yaygın açlık sorununun çözümüne yapacağı katkı dikkate değer ölçüde olmayacaktır. Çünkü dünyadaki açlığın temel nedeni yoksulluktur. Dünyada yaklaşık 1.3 milyar insan günde bir doların altında bir gelirle yaşamak durumundadır. Bu yapıda sorun sadece açlıkla sınırlı olmayıp, sağlık, barınma, eğitim gibi temel ihtiyaçların da bu çerçevede ele alınması gerekmektedir.
Sorunun çözümünde kuşkusuz ilk akla gelen yardımlardır. Ancak, sadece varsılların yapacağı yardımların bu sorunlara çözüm olamadığı bir iddianın ötesinde, yaşanan bir gerçektir. İşin temel nedeni çağımız vahşi kapitalizmdir. Kaynak ve varlıkların giderek daha az sayıda kişi ve kurumun hâkimiyetine geçmesine yarayan bu sistemin, gelişmiş ülkelerde bile gelir dağılımını bozduğu bilinen bir gerçektir. Maalesef yaşanan örtülü dünya savaşları da bu sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.