Gina Lollobrigida ile Bursa’da 3 gün
Onu ilk kez -filmlerinin dışında- Berlin Film Festivali’nde görmüştüm. Geleceği günler önceden belliydi. Yalnızca magazin basını değil, sinema yazarları da onun gelişini dört gözle bekliyordu. Festival yetkilileri günler öncesinde basın bültenlerini dağıtarak onun nasıl karşılanacağına ilişkin kimi bilgileri bizlere ulaştırmıştı. Yakından flaşla resmi çekilmeyecek, soru sorulmayacaktı. Yalnızca o, festival filmlerinin gösterildiği sinemanın devasa merdivenlerinde görülecek, bizleri selamlayacaktı.
Nihayet beklenen an geldi… Onlarca değil, abartısız yüzlerce basın mensubu, dünyanın her bir köşesinden gelmiş sinema yazarları ve meraklılar kitlesi, festival merkezinin devasa merdivenlerinin önündeki geniş alanda onun görünmesine odaklandı. Tıpkı filmlerdeki gibi, o, bütün çekiciliğiyle merdivenlerin başında gözüktü. Bir süre öyle kaldı ve sonra da bir elini yanındaki yakışıklı bir gence teslim ederek, yavaş yavaş, her adımını adeta dinlendirip, herkesin kendisine odaklanmasını ister gibi merdivenlerden inmeye başladı. Tıpkı filmlerdeki gibiydi… Etekleri yere dek inen kırmızı bir tuvalet giymiş, oldukça açık olan göğüslerini ise üçlü sıra bir inci kolye ile kapatmaya çalışmıştı.
Ama aşağıya kadar inmedi. Tıpkı filmlerini izlediğimiz sinemadaki gibi, oturduğumuz koltuklarla, göründüğü perdedeki mesafeyi korudu. Konuşmuyor, yalnızca dudaklarındaki hafif bir gülümsemeyle bizlere bakıyordu. Bir süre öyle kaldı… Gereği kadar izlendiğine ve de flaşsız fotoğraflarının çekildiğine ikna olduktan sonra, tekrar geri dönüp, geldiği yöne doğru merdivenleri çıkmaya başladı… Kısa bir süre sonra da tümüyle kayboldu… Bir düş gibi geldi… Bir düş gibi de kaybolup gitti… Hepsi bu kadardı…
Çünkü o, dünyanın yaşayan en son starı idi… Yaşlıydı ama hala o starlık denen anlatılmaz ve tanımlanmaz büyüsünü her yanıyla yansıtabiliyordu…
İtalyan sinemasının uluslararası üne sahip, oyunculuk yeteneğinden daha çok, dillere destan güzelliğiyle şöhret basamaklarını bir çırpıda tırmanıp dünya starı olan Gina Lollobrigida, 95 yaşında yaşama veda etti…
40’ların sonunda güzellik kraliçesi ve de sinema oyuncusu, 50’lerde ise seks bombası olan Gina, pek de kısa sayılmayacak yaşamına, sinema tarihinde kalacak olan filmlerden daha çok bizlerin kişisel tarihine dokunan o kadar çok film sığdırdı ki… Saymakla bitmez; 40’larda Palyaço, 50’lerde; Kahraman Âşık, Gece Güzelleri, Aşk Ekmek ve Hayal, Sarışın Şeytan ve Burt Lancaster, Tony Curtis’li ünlü Tapez ve de Anthony Quinn’li unutulmaz olan Notr Damın Kamburu ve Hazreti Süleyman ve Saba Melikesi. 60’larda; Sonbahar Hatıraları, Esrarengiz Dilber, Hotel Paradiso ve 70’lerin başında sinemadaki son filmleri; Kötü Adam ile Yaklaş Ama Soyunma…
Gina ile ikinci karşılaşmam, Bursa İpek Yolu Film Festivali’ndeki yöneticiliğim sırasında oldu. O yıl –benim Berlin Film Festivali’nde yarım kalan seyrimi gidermek için- bu dünya starını festivalimize getirtmek için çalışmalara başladık. Uzun uğraşılar ve pazarlıklar sonucu Bursa’ya konuk edebildik. Biraz yaşlanmasına rağmen hala o starlık ışığını ve de güzelliğini etrafına kabul ettirmenin üstesinden gelebiliyordu.
Berlin Film Festivali’nde ancak uzaktan görebildiğimiz dünya starını, bu kez çok yakında görebiliyor hatta onunla üç gün Bursa’nın her yanını gezebilme olanağını bulabiliyordum. Birlikte yemek yedik, birlikte İpek Han’a giderek pazarlık yapıp alış-veriş yaptık, cami ve müzeleri gezip, bazen de baş başa yemek yedik. TV röportajlarında tek istediği, röportaj yapanların yalnızca seslerinin olup, ekranda tek başına kendisinin gözükmesiydi. Konuşmalarımız sırasında artık niye film çevirmediğini sormuştum. O da “Artık benim için senaryolar yazılmıyor” demişti…
Bir dünya starını, dahası sinemanın son starını da yitirdik… Toprağı bol, ışığı da hep setteki gibi devamlı olsun…