Göçmen kuşlar
Dolunay ışığı altındaki kliniğin girişinde bekleşen topluluk gece kadar sessizdi.
Yoğun bakım servisinin metal kapısı mekanik seslerle açıldı. Cılız bir umutla bir kez daha kalktı yere eğik başlar. Maskeler burnun üstüne çekildi, sessiz adımlarla girildi içeriye...
Nöbetçi doktor, yorgun bakışlarını kederli gözlerde tek tek gezdirip bir Alman soğukkanlılığıyla son umutları da söndüren sözlerini söyledi: “Üzgünüm, hastayı kaybettik. Başınız sağ olsun!”
Bu kez mendiller sımsıkı bastırıldı gözlere...
Oralı, buralı kuşlar
Kanadı karalı kuşlar
Kuşdilini unutmuşlar
Gurbete konalı kuşlar
İlk kuşak “misafir işçilerin” yaprak dökümü hazin hazin sürüyordu işte!
Elli yıldır harı dinmeyen “yurda geri dönme” hayallerinden birisi daha klinik odasında sönüp gitmişti. İş, aş uğruna, gencecik yaşlarında içleri sızlayarak memleketlerini terk edenler, şimdi buruk bir bakışla bu dünyayı terk ediyorlardı...
“Babanızın bedenini kablolardan, hortumlardan arındırıyor arkadaşlarımız. Son vedanıza birazdan hazır olur; sabır diliyorum.” diyerek hıçkırık sesleri altında terk etti bekleme odasını doktor...
Tüylerinde gün sıcağı
Aşmışlar ovayı, dağı
Yakın etmişler uzağı
Toynağı kınalı kuşlar
Doktorun son vedaya hazırlattığı bu kaçıncı 'göçmen kuş'tu kim bilir. Önünde yatan cansız bedenin yarım asırlık acıklı göç öyküsünden hiç haberi var mıydı acaba? Artık çarpmayan o yaşlı yüreğin taşıdığı binbir çeşit gurbet acılarından?..
Ele gitmiş emekleri
Yele gitmiş dilekleri
Güdükleşmiş telekleri
Kanadı yaralı kuşlar
Hasta bakıcı kadın, getirdiği su şişelerini, bardakları tekerlekli metal masaya usul usul dizdi. Boğuk sesiyle baş sağlığı diledi, “Üzgü çekmeden, üzgü vermeden gelen ölümler yine de en iyisi!” dedi. Birkaç teselli sözü daha söylemek istedi gözü yaşlılara, fakat yutkundu, vazgeçti. Uzaklarda ölmenin acısını yüreğinde duyumsuyordu belli ki...
Çekilmez kahrı gurbetin
Elginlik zor, yaşam çetin
Yoksulluk denen illetin
Göçebe hamalı kuşlar
İki hemşire kapıdan işareti verdiler. Ak saçlı baba son vedaya hazırdı...
Girilen odada gözlerle buluşan her şey 'ölüm'dü o an; duvardaki aygıtlar, yatak, yastık, nevresim...
Güçlü bir hıçkırık daha koptu girenlerden. Sonra yataktaki cansız bedenin soğuk ellerini, solgun yüzünü usul usul okşamaya başladı irili ufaklı eller. Maskeler ıslandı, gözlükler buğulandı...
Kimi yerde yoklar gibi
Kimi yerde çoklar gibi
Her an uçacaklar gibi
Yuvası yanalı kuşlar
Odanın ışığı söndü. Kapı kapandı...
Eski bir Toros rüzgârı elinden tutup getirdi kimsesiz, yoksul çocukluğunu sessiz odaya. Çukurova güneşi teni yanık gençliğini bıraktı başucuna. Dilinden hiç düşürmediği mandalina bahçeleri hoş kokusunu bolca savurdu uzaklardan. Efkâr basınca söylediği içli türküler dalga dalga yayıldı dolunay ışığında. Göz kamaştıran aydınlığını bir geceliğine bu körsek odaya salıverdi Akdeniz...
Bir 'göçmen kuş' daha buruk bir gülümseyişle kayboldu gitti o hasret düşlerinin maviliğinde...
Yadeller vatan olalı
Bozulmuş göçmen kuralı
Ne oralı ne buralı
Yollarda sıralı kuşlar.
* “Göçmen Kuşlar” şiiri, Şair Mevlüt Koca'ya aittir.