19 Ekim 2024 Cumartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Göçün 60. yılında hala uyumsuzluk ve hata

Kadim Ülker

Kadim Ülker

Site Yazarı

A+ A-

Avusturya Başbakanı Karl Nehammer sosyal ödentilerin sınırlandırılması konusunda düşüncesini anlatırken 60 ve 70’li yıllarda yabancı işçilerin Avusturya’ya getirilmesinin ve burada kalmasının uyum sorunu olarak gördüğünü ve bunun bir hata olduğunu ifade etti. Avusturya 60 ve 70’li yıllarda özellikle Yugoslavya ve Türkiye’den işçi getirmişti ve onlar yıllar yılı Avusturya ekonomisine emekleriyle katkıda bulundular. Avusturya Başbakanı bu ifadesiyle 60 yıllık emeğe ciddi anlamda haksızlık etti ve bu emeği de hata olarak tespit etti. Geleneksel yabancı kökenli işçilerin ülke ekonomisine yaptıkları  katkılara girmeyi  başka bir yazının konusu olarak bir tarafa bırakarak, biraz geçmişe gitmek ve hatanın nerede olduğuna kendi yaşadıklarım ile ne kadar hatalı olduğumuza bakmak istiyorum. Yazının Nehammer’in anlayacağı dilde olmaması kederimdir, yalnız kendi partisine yakın gazete olan Die Presse’de gazeteci Köksal Toptan köşesinde kısa ama vurucu bir yazıyla cevap verdiğini belirtmeliyim. 

Göçün 60. yılında hala uyumsuzluk ve hata - Resim : 1
Baba hasretiyle büyüyen çocuklar
ve eşsiz yaşamak zorunda kalan anne

60’lı yılların sonu 70’li yılların başında benim babam da Avusturya’ya gelenler arasındaydı. Yüz binlerce emekçi gibi babam Veli Ülker’in Avusturya’nın isteği üzerine gelmediğini itiraf edeyim. O Avusturya topraklarına kaçak yollardan, yanlarında Sivas Şarkışla Emlek yöresinin ozanlarından Aşık Ali İzzet Savaş’ın da bulunduğu bir grup yoldaşıyla, dağları aşarak geçmiş. Viyana’da uzun süre endişeli yaşam sonrasında çalışmaya başlamış. Kendisini rahmet ile andığım babamın anlatılarına göre Avusturyalı işletmeler onları ülkede tutmaya çalışmışlar. Bunun nedeni o dönemlerde de hiç şüphesiz iş gücü eksikliğidir. 70’li yıllarda Avrupa’nın Almanya, Hollanda, İsviçre, Fransa gibi ülkelerinde çalışanların maaşları, Avusturya’daki işçi ücretlerinin hayli üzerinde bulunmaktadır. Yolunu bulan Türk işçileri Avusturya’dan daha batıya gitmişler. Yine sevgili babamın anlattığına göre, yabancı işçiler Avusturya’yı terk etmesinler diye çalışmış oldukları işletme sahipleri pasaportlarını ellerinden almışlar ve kasalarına kilitlemişler. Yabancı işçi çalıştıran Avusturyalı işletme sahipleri şansölye Nehammer’in aksine, o zamanlar başka ülkelerden gelen işçileri hata değil, ihtiyaç olarak görmüşler.

Babam geldiği ilk yıldan itibaren emekli olana kadar hep inşaat işlerinde çalıştı. Ev, cadde, metro inşaatlarında emek verdi ve ter döktü. Viyanalı hanım ve beylerin daha geniş evlerde ikamet etmelerini, işlerine, sinema, tiyatro ve operalarına daha çabuk ulaşmalarını sağlayan metro inşaatlarında emek vererek, onların yaşam standartının yükselmesine katkıda bulundu. Bunun karşılığı olarak da Avusturyalının almış olduğu maaştan daha az para almış ve onlardan daha ağır ve kötü işleri yapmıştı. 55 yaşında malulen emekli olduğunda ise kendisine yaklaşık 350 avro maaş bağlanmıştı. 60’lı ve 70’li yıllarda Avusturya’ya gelen ilk kuşaktan babam gibi binlerce insan tanıdım. Onların işyerlerindeki sorunlarından, emeklilik ve işsizlik gibi sorunlarına kadar birçok alanda  danışmanlık yaptım, haklarının elde edilmesinde çaba sarf ettim. Bu danışmanlık hizmetimden dolayı tanıdığım o binlerce insan babamdan farklı değillerdi, onların da çoğu inşaat işlerinde çalışmışlardı.                                   

Yıllar yılı yapımında emekleri geçen ve  maaşlarından kesilen ödentiler ile de finanse edilen sosyal konutlarda kendilerine yer bulamadılar.  Belediyeye ait sosyal konutlarda ev ararken “Yabancısın sen, hakkın yok o binalarda kalmaya” cevabını aldılar hep. Kooperatif evlerinde de durum aynıydı, Avusturya pasaportu arandı.  Yüz binlerce Avusturya Şilini hava parası vererek, oda mutfak veya iki odalı evler almak mümkündü. Veya soğuk suyu, duşu olmayan ve başka insanların da kaldığı işçi haymlarında ikamet etmek mümkündü. O haymlarda da oda için değil, yatak başı kira ödemek gerekiyordu.  

 Kendilerine ne bir dil kursu, ne de bir sosyal faaliyet sunulmuştu. Kendi kendine, el yordamıyla yaşamını sürdürmeye çalışmışlardı. İnşaat işi sezon işiydi. Karda kışta çalışılmazdı. İnşaat sezonu bitince de işsizlik parası alarak devlete yük olmasın diye onlara “eşinizin ve çocuklarınızın yanına gidin, baharla tekrar gelin” demişlerdi. Demişlerdi ama bazı şeylerin kolay olmadığının imajını vermek için her yıl birbirleriyle bağlantılı olan çalışma ve oturma izni çıkartmak zorundalardı. Çalışma izni için ikamet izni, ikamet izni için ise çalışma izni gerekmekteydi. Bir kenara koydukları üç beş kuruş paradan da bu işler için her yıl damga pulu  ödemelerinde bulundular. 80’li 90’lı ve daha sonraki yıllarda yabancı olarak gördükleri işçilerin iş ve sosyal hayatlarını zorlaştırmak için sürekli yasal bariyerler konuldu. Konulan yasal  bariyerler birer birer yıkılırken, yeni yasal zorluklar yaratılmaya çalışıldı. Bu bariyerler yabancı denilen emekçilerin topluma uyum sağlamasında olumsuz etkenler oldu.  

Yasal zorluklardan dolayı babam emekli olana kadar çalışma izni çıkacak mı çıkmayacak mı endişesiyle ve başını sokacak bir ev olmadığı için hiçbir plan yapamamıştı. Bundan dolayı da ne eşini ne de çocuklarını yanına götürmeyi düşünmüştü. Her sene yenilenen vize ve çalışma izninin verdiği güvensizlik onu eşi ve biz çocuklarından sürekli ayrı yaşamaya zorlamıştı. Ablalarım küçük yaşta evlenerek, yuvadan uçup kendi yuvalarını kurmuşlardı. Geride kalan kardeşim ve ben yetişkin birer insan olana kadar babadan uzak bir yaşam sürdürdük. Babam emekli olana kadar ne kardeşim ne de ben baba oğul ilişkisi yaşayamadık. Bunun vebali Karl Nehammer’in başbakanı olduğu ülkenin olsun diyelim de, benim ve ailemin yabancı işçi göçündeki uyum sorunu ve hatamıza dönelim.   

Türkiye’nin okullarında okuyup, Viyana’da sendikal bir kurumda çalışmaya başladım. 1987 yılından bu yana tam otuz yıl sosyal ve hukuk danışmanlığı yaptıktan sonra, şahsi danışmanlık işimi bırakıp aynı kurumda çalışmaya devam etmekteyim. Bu otuz yıllık çalışma hayatımda Türkiye, Yugoslavya,  Almanya ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelmiş emekçilerin sosyal ve emek sorunlarına yönelik danışmanlık hizmeti sundum. Çalışmama aynı kurumda danışma hizmeti kapsamında biraz daha pasif bir işle devam etmekteyim. Bu arada, eşim de Türkiye’de edindiği  eğitimiyle Viyana hastanelerinden birinde sağlık sektöründe aralıksız 31 yıl hizmet verdi ve emekli oldu. Kızım bir yıldır Viyana liselerinin birinde Viyanalı lise öğrencilerine Almanca ve tarih dersi vermektedir. Oğlum ise eli kulağında, kızım gibi Viyana liselerinin birinde fizik ve tarih dersi verecektir. Aynı şekilde olmasa bile, yüz binlerce Türk bizler gibi Avusturya ekonomisine emek ve biriktirmiş oldukları sermayeleri ile katkıda bulunmuşlar ve bulunmaktadırlar.

Şüphesiz sadece Türkler değil, diğer ülkelerden gelmiş emekçiler de Avusturya’da bulunduğumuz 60 yıl içinde biriktirdikleri parayı birleştirerek binlerce işçiye istihdam alanı açan işletmelere imza attılar. Türk veya diğer milletlerden mühendisler, hekimler, hukukçular, hemşireler, yardımcı işçiler,  iyi yetişmiş eğitimli kalifiye elemanlar günümüzde Avusturya’da vazgeçilmez işgücünü oluşturmaktadırlar. Şu tespitim ile abartılı bir düşünce belirttiğimi düşünmeyin: Yugoslavya ve Türkiye’den gelmiş emekçilerin iş dünyasından çekilmesi durumunda Avusturya’da günlük hayat felce uğrar.

Bu ülkelerde çok küçük yaştan itibaren babasız yaşayan çocuk ve eşsiz kadınların vebalini bir kenara bırakalım. Avusturya Şansölyesi Karl Nehammer’in, işçi göçünün 60.yılına yaklaştığımız günümüzde ufak da olsa bir adım atarak, belki yaşatmış oldukları zorluklardan dolayı özür dileyip, emeklerinden dolayı da onlara teşekkür etmesi gerekirken, babalarımızın emeklerini hiçe sayıp onların ülkede bulunmalarını hata olarak görmesi yarım asrı geçen emeğe yapılmış haksızlıktır. 

Yazımın sonuna bir not: Viyana Eyaleti Uyum ve Çeşitlilik Dairesi başkan yardımcısı bir arkadaşım ile görüşmüştüm. Kendisi emekliye ayrılacak daire başkanı hanımın yerine başvuruda bulunmuştu. Aslında işini kendisine öğreten arkadaşıma  daire başkanı hanım “Yabancı kökenlisin, senin daire başkanlığın pek yakışık almaz” türünden laf etmiş. Arkadaşım buna gülerek “Viyana’nın toplam nüfusu 1,9 milyon, bu sayının 822 bini yabancı bir ülkenin pasaportuna sahipler. Buna Avusturya vatandaşlığına geçmiş kişileri de katarsak sayı hayli artacak. Hala yabancı şarkısı söylüyorlar” diyordu. Kalifiye eleman diye feryat eden ülkenin  başkentinde 1,9 milyon insanın 822 bini Avusturya pasaportuna sahip değildir