Görselliğin marjinal fayda eşiği
Amerikalı yazar Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak” adlı denemesinde savaş meydanlarında çekilmiş gerçek durumlara ilişkin fotoğraflardan hareketle bizleri yaşamadığımız böylesi büyük trajedileri anlamamızın bile mümkün olamayacağı konusunda uyarıyordu. Bakma eylemi, bakan kişide en fazla can yanması, isyan, tiksinti veya acıma türünden yoğun duygular uyandırır. Ama asla tecrübeyi yaşayan insanın iliklerine kadar hissettiği acıyı vermez. Bu yüzden bakma eylemi, duygusal tatmin arayışı ile suç ortaklığı halinde her zaman yan yana dolaşır.
Geçenlerde Galata Kulesi’nin yanında garip şekilde giyinmiş bir adam kendisini yaktı. Alevler içinde yanan adamın çevresinde çoluk-çocuğuyla izleyenler ve selfi çekenler vardı. İki-üç gün önce Adana'da, kablo çalmak için trafoya giren hırsız, elektrik akımına kapılarak öldü. Basına yansıyan haberlere göre, patlama sesinin ardından çok sayıda insan trafo çevresinde toplandı ve yanmış cesedi görüp çekim yapabilmek için birbiriyle yarıştı. Olayın hırsızlığa duyulan tepki ile bir alakası yoktu.
Bu tür olaylar görselliğin pornografikleştirilmesi arayışının sonucu. Yanarak ya da binlerce volta kapılarak kömüre dönmüş bir insanın cesedinin videosu neden çekilir? Aile albümünüze koyup ileriki yıllarda arada sırada açıp yâd etmek için değil: Paylaşmak için, başkalarının acısındaki sahicilik üzerinden sosyal etkileşimde bulunmak için..! Bakmanın acıya ortak olmaya yetmeyeceğini bilmenin getirdiği rahatlıkla tekrar tekrar bakmak için!
Halk arasında her gün baklava börek yense bıkılır diye bir söz var. Sanırım iktisadın marjinal fayda teorisinde anlatılan şeyin geleneksel tecrübedeki karşılığı oluyor. Bir ürünü tüketmeye devam ettikçe ondan aldığınız fayda azalır. Tüketmeyi sürdürürseniz bir süre sonra fayda sıfıra iner, ardından azalmaya hatta acı vermeye bile başlar. Sosyolojik bir gözle baktığımızda, sahicilik duygusu, tatmin olmamızı mümkün kılan temeli oluşturur diyebiliriz. Çok susamış birinin içtiği ilk bardak suyun yarattığı sahicilik duygusu ile onuncu bardağınki aynı olmayacaktır.
Bugün çoklu (multi)-medya çağında yaşıyoruz. Cep telefonu denilen mini bilgisayarlar çevremizle kurduğumuz etkileşimin en önemli aracı haline gelmiş durumda. Her sosyal ilişkide olduğu gibi medyatik ilişkilerimizde de sahicilik arayışı, tatmin beklentisinin temelini oluşturuyor. İnternet ilk yaygınlaşmaya başladığında, chat odalarına girerek uzaklardaki insanlarla anlık iletişim kurma deneyimi büyük bir tatmin sağlamaya yetiyordu. Takma adlar altında, görüntüsüz ve herkesin kendisi hakkında yalan söylemesine izin verdiği koşullarda da olsa bu yeni bir deneyimdi. Ama kısa süre içinde anlık iletişimin marjinal fayda eşiğine ulaşıldı ve daha sahici ilişkiler talep edilmeye başlandı. Herkesin kendi adı ve görüntüsü ile varolacağı Facebook, Instagram türünden platformlar bu ihtiyaca cevap verdiler.
Kısa sürede bu eşik de aşıldı. Çünkü bu gibi platformlarda insanlar gerçek kimseler olsa da, kendilerini fotoğraf çekimi için hazır haldeyken başkalarına gösteriyorlardı. Oysa daha gerçek görüntüler, hazırlıksız oldukları anlara ait olmalıydı. Ev halinde, pijamaları, iç çamaşırları ile gezerken çekilmiş görüntüler ya da en mahrem göründükleri anlara dair olanlar… Eşik giderek başkalarının bu hallerini talep etmeye, mahremiyeti dönüştürmeye ve kendimizi de gönüllü olarak böyle göstermeye doğru yükseldi. Peki, ama her seferinde daha sahici olana doğru aşılan görselliğin varacağı bir sınır noktası var mıdır?
Bir insanın en sahici olan, araya hiçbir yapaylığın, ön hazırlığın vb. girmediği, bu nedenle de en fazla görsel tatmini yaratan görüntüsü, onun kendisini ötekinin gören gözünün karşısında asla savunamayacağı kadar aciz hale geldiği anın görüntüsüdür. Vahşi bir hayvan tarafından parçalanma anı, günler sonra bulunmuş cesedinin çürümüş hali vb… Dünyada bu “ihtiyaca” cevap veren internet siteleri var. Fakat bu içerikler hem ahlaki hem de yasal sınırları aştığından suç kabul ediliyorlar. Bu tür görüntüleri yayınlayan siteler yasaklanıyor hatta kurucularının hapse atıldığı bile oluyor. Ama yerine yenileri kurulabiliyor. Ancak daha önemlisi, bu tür bir malzemenin çoklu-medyanın sağladığı imkânlar sayesinde bizzat kitleler tarafından üretiliyor olması. Can çekişen ya da ölmüş insanların yanına ellerinde cep telefonları ile çekim yapmak için üşüşenler sosyal medyaya içerik üretme derdinde olanlar.
Freud medeniyetin insanın saldırganlık ve cinsellik gibi içgüdülerini denetim altına alması olayı olduğunu söylemişti. Teknoloji bağımsız bir değişken değil. Hangi toplumsal formasyonda kullandığınıza bağlı olarak işlev kazanıyor. Atom çekirdeğini parçaladığınızda insanlığın enerji sorununu çözmek için de, on binlercesini tek seferde öldürebilmek için de kullanabiliyorsunuz. Çoklu-medya teknolojisi neoliberal tüketim toplumu zeminine oturduğunda, insanoğlunu saldırganlık ve cinsellik içgüdüleri üzerindeki özdenetimini zayıflatarak medeniyet kaybı oluşmasına destek veriyor. Buna karşı mücadele nasıl bir insanlık tahayyül ettiğimizle doğrudan ilişkili.