23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gramofoncu Mehmet Usta

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Yanılmıyorsam Avusturyalı, önemli bir üniversitenin müzikle ilgili bölümlerinden birinin başkanı olan bir profesördü.Her yıl belirli bir ayda Türkiye’ye gelir Hilton Oteli’nde kalırdı.

Turist ya da Türkiye’ye aşığa biri değildi. Bu periyodik gelişlerinde Hürriyet gazetesinin küçük ilanlar bölümünde yayımlanması için ilan verir ve bu ilan, ülkemizde kaldığı sürece de gün aşırı yayımlanırdı.

Aslında ilanda sözü edilen istek, bir bakıma Türkiye’ye gelme nedeniydi

Eski taş plaklarınız iyi bir fiyatla satın alınır…İlgilenenler için telefon…. Ya da, buna benzer bir şeyler… O zamana kadar; atılan, kırılan, ya da tavan aralarıyla kömürlüklerin bir yerlerine sığdırılmış unutulmuş kutular içinde “saklanmayla satılma kararsızlığı” yaşayan bu 78 devirli taş plaklar kıymete biner, elinde olan; ya otelin yolunu tutar, ya da telefon ederek evine ya da dükkanına gelmesini isterdi…

Bu yerli plak aşığı olan bilim adamı, İstanbul’un tüm antikacılarıyla, eski eşya satıcılarını bizden daha iyi bilirdi. Hepsiyle tanışık olmuştu. Onun geleceğini bilenler, daha öncesinden istediği türden plakları toplamaya başlar, gelince de toptan satarlardı…. .

Ama profesör her plağı almazdı... İyisini, değerlisini bilirdi…

Hem de çok iyi bilirdi. Plağın üzerinde yer alan harflerden, hangi seriden, kaç adet basıldığına ilişkin bilgiler onun için çok kolaydı. Bir yandan Tanburi Cemil’leri, öbür yandan da Anadolu’nun folklorik değerlere sahip olan, müzik uzmanlarının bile isimlerini bilmekte zorlandığı halk sanatçılarının çok az sayıda basılan, nadir olan plaklarını toplardı. Amiyane bir tabirle maldan anlardı…

Birkaç plak yaptıktan sonra yitip giden bir çok Anadolu sanatçısının adını ondan –öğrenmiştim- diye bilirim... Bu Türk plaklarına ilgi duyan bilim adamıyla, yıllar yıllar önce, geçenlerde yitirdiğimiz, eski lakabıyla “Asker Mehmet”, bizim tanıdığımız adıyla da Gramofoncu Mehmet Usta’nın Beyazıt’taki bir bakıma antikanın hali olarak bilinen Camili handaki üç metrekarelik salaş mı salaş olan dükkanında tanışmıştık.

Mehmet Usta’nın dükkanı o kadar küçüktü ki, malın çoğu dükkanın dışında kalıyordu. Mal dediğimiz ise, yüzlerce-belki de binlerce- taş plak…Üst üste, kırık-sağlam, değerli-değersiz her bir türden, her bir zamandan, unutulmuş, yok olan sesten binlerce taş plak… Malatyalı Fahri’den, Earthe King’e, Deniz Kızı Eftalya’dan Nat King Cole’e kadar bin bir çeşit... İnanamayacaksınız ama tanesi 50, bilemediniz 75 kuruştan…

Tüm bu plaklar, Avusturyalı profesör için bir hazine, bizler için ise ne yazık ki tanesi 50 kuruştan bile satın alınmaya gerek duyulmayan, naftalin kokulu, cızırtılı sesli, zamana yenik düşmüş gereksiz bir objesiydi. O yıllarda satılma şansına sahip olanların bir çoğu ise, çalınmak için değil de, duvar saati ya da benzeri hediyelik eşyalara dönüştürülmek içindi. Düşünebiliyor musunuz; Hamiyet’in Makberi gramofonun içinde değil de, akrep yelkovan yitik bir zamanın fonunda gelecek zamana dönüyordu. Ne yaman bir ironi…

O yıllar Mehmet Usta, esas işi olan saat tamirciliğinden gramofon tamirciliğine geçiş yapmış, ama işsizlik nedeniyle dükkanını kapatmak üzereydi… Plak çoktu ama, tamir edilecek gramofon pek yoktu. Kaset çalar dururken kim plak alıp gramofonda çalardı… Kısacası nostaljinin taş plak cızırtısının sevdasına tutsak olmadığı yıllardı… İşte o yıllarda “ son gramofon ustası da yitip gidiyor;” diye Mehmet Usta ile arda arda üç röportaj yaptım. Sonrasında bunları çerçeveletip dükkanına astı… Üç metrekarelik dükkanına asılan bu çerçeveler, belki de onun onca yıldır harcadığı emeğinden esirgenen geç kalınmış bir destek, siftahsız kapatılan dükkanın ödenmemiş onca kirasının bir bedeli gibiydi..

Avusturyalı plak düşkünü profesör bize; yalnızca kırdığımız, sattığımız, hoyratça, ufak bir ücret karşılığında yok ettiğimiz bu plakların değerini değil, onun da ötesinde sahip çıkmamız gereken, nostaljinin ötesinde, farkına varmadığımız, ıskaladığımız, es geçtiğimiz, hoyratça yok ettiğimiz bir sesli tarih kültürünün geç de olsa farkına varmamızın nedeni oldu…

Mehmet Usta da, bu “nedenin “ peşine takılarak, açtığı sergiler, tamir ettiği gramofonlar, sahip çıktığı binlerce plak ve de yetiştirdiği onca koleksiyoncularla bu yolda yürüyen öncülerden biri haline geldi… Bugün; bu coğrafyanın her hangi bir yöresinde, cızırtılı bir taş plağın sesini duyarsanız, inanın onu çalan gramofonda Mehmet Ustanın emeği, ya da ufak bir ücret karşılığında akıttığı tek bir damla da olsa teri vardır… Bazen, ünlü olmasalar da, adını kimseler bilmese de, kimileri, yitik bir özlemin peşine takılıp üç metre karelik dükkanlarının içinde resmi tarihe çelme takıp, kendi tarihlerini de pekala yazabiliyorlar… Tıpkı Gramofoncu Mehmet usta gibi… Ne diyelim: Ruhu şad olsun…