01 Temmuz 2024 Pazartesi
İstanbul 28°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Gritchenko ve Kariye Camii

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

“…Namaz birazdan bitecek. Mollayı tanıyorum; bakışlarını camide gezdirerek gururla başını sallıyor: Cami eski… Cevap veriyorum: Çok güzel… Ona, eski Ana Anastasia Kilisesi’nin nasıl camiye çevrildiğini anlattım. Molla, Sultan II. Selim’in kızının, eşi Sırp Vezir-i Azam Sokullu’nun şerefine, kiliseyi Sokollu Mehmed Paşa Camii’ne hangi yılda çevirdiğini Hicri takvime göre yazıyor. Miladi takvime çeviriyorum: Bin beş yüz elli bir (1572).”

Sözünü ettiğim bu konuşma 1920 yılının 2 Ağustos günü yapılmış. Molla’nın adı bilinmiyor, ancak onunla konuşan Beyaz Rus dalgasıyla İstanbul’a gelen Ukrayna doğumlu ressam Alexis Gritchenko (1883-1977).
Sanatla ilgilenmeden önce filoloji ve biyoloji eğitimi alan, 1911’de Paris’te kübist, 1914’de İtalya seyahatinde Bizans Ortodoks sanatının izlerini süren, 1919 Kasım’ında Sivastopol’dan yola çıkarak İstanbul’un yolunu tutan Giritchenko, o yıllarda esir alınmış bir kentin yokluklarla kuşatılmış ortamında tamı tamına, her bir saati dopdolu bir iki yıl geçirmiş.

Ama ne iki yıl… Davetsiz misafirler için çaresizliğin, açlığın, yokluğun ve bunların kaçınılmaz yaptığı nice sahtekarlıkların kol gezdiği bir ortamda o, yıpranmış giysilerinin ceplerine sığdırabildiği birkaç ekmek dilimiyle geçmiş medeniyetlerden ve de Bizans’tan kalan mirasın izlerini sürmüş. Yalnızca sürmekle yetinmemiş, gittiği/gezdiği her bir yerin günü gününe notunu tutup, bir kısmının da resmini yapmış. (Bu eserleri önce 1958 yılında New York’taki Alexis Gritchenko Foundation’da, 2006 yılından sonra da Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi’nde yer almış)

Sanatçı 1920’nin herhangi bir ayında İstanbul’daki bir gününe nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “…Hava soğuk. Lapa lapa kar yağıyor. Odam rutubet ve duman dolu. Duman lokantadan geliyor ve duvardaki çatlaklardan içeri giriyor. Tavandan su damlıyor. Kapının altından içeri giren su birikintisi ilerliyor. Erkenden uyanıyorum ve tuvaletin musluğunda, sırtımda paltoyla yüzümü yıkıyorum. Koşup beş kuruşa helva ekmek alıyorum. Yiyorum, soğuk su içiyorum ve işe koyuluyorum.

“Tek işi ise yarı tok yarı aç İstanbul’daki tüm sanat eserlerinin peşine takılıp onların kendisinde bıraktığı izlenimi yazmak ve de çizmek. Bu işlerinin birçoğunu ise önüne çıkan kahvehanelerde yazıyor. Çoğunlukla da Beyazıt Camii’nin avlusunda dinleniyor.

“Her seferinde, porfir ve yeşil somaki sütunların hayran oluyorum. Eski bir Bizans kilisesinden alınmışlar, ancak, oraya hangi pagan tapınağından taşındıkları bilinmiyor. Revağın girişinde yarım daire biçiminde eski ve perdahlı muazzam bir porfir levha avlunun döşeme taşlarının arasına yerleştirilmiş. Burada her bir şey maziyi, büyük hikâyeleri hatırlatıyor.“

Ayasofya, At Meydanı, Sultanahmet, Eyüp, Kapalıçarşı, Süleymaniye, Bizans’tan kalan tüm eserleri ve de Kariye Camii’i geziyor.

“Camiye çevrilmiş bütün Bizans kiliseleri gibi, Hora Kilisesi’ndeki mozaiklerinin üzeri de kireçle kat kat badana edilmiş. Geçen yüzyılın sonunda narteksler temizlenince, son Bizans rönesansının birinci sınıf bir abidesi dünyanın gözleri önüne serilmiş. Ancak son zamanlarda hakkı verilmeye başlanan Palaiologos’lar çağının tüm ihtişamıyla yansıtan benzersiz bir anıt.“ diyor ve ardından da “İnsan nasıl olup da daha düne kadar birçok âlimin Kariye Camii’ni Bizans sanatındaki dağılma ve sona erişin doruk noktası olarak görebildiğini anlayamıyor...”

Gritchenko’nun önemi elbette ki yazıp/çizdikleriyle sınırlı kalmıyor. Bir sanatçının, pek de elverişli olmadığı koşullarda, İslami eserlerden Bizans’a, Grek kültüründen prehistoriyaya dek her bir konuda nasıl bir tarih/mimari/resim birikimine sahip olduğu da görülüyor.

Alexis Gritchenko’nun “İstanbul’da İki Yıl: 1919-1921. Bir Ressamın Günlüğü” kitabı 20’li yılların İstanbul’u üzerine yazılmış seçkin yapıtlardan biri. İnsan onun peşine takılarak, onca yokluklar içinde yalnızca bir kentin bilinmezlikleri içinde dolaşıp onca sanat eserinin ayrıntıları içinde yitip gitmiyor, dahası, tarif edilmez bir tutkunun da, bir yaşamın içine sığdırılmış onca zenginliğin de gönüllü bir tutsağı oluyor.
Sözü edilen bu kitap aynı zamanda, aynı eserlerin dün ile günümüzdeki değerlendirilme anlayışına da ilginç bir örnek olarak öne çıkıyor.

Kariye Camii Bizans Ayasofya Eyüpsultan İstanbul