Güçlü ordu
Eğer bir ülkede iktidarından muhalefetine kadar her parti bir “beka” sorunundan bahsediyorsa, içerden ve dışardan kuşatma altına alındığına dair siyasi demeçler veriyorlarsa veya bırakın komşu ülkeleri, bölgesel ve küresel güçlerin dahi ülkenin “toprak bütünlüğünü bozmaya yönelik” hamleler yaptığını anlatıyorsa ortada “çok ciddi bir sorun var” demektir.
Zira bunca tespiti yaptıktan hemen sonra “durumun gereğinin” de yapılması gerekir. Örneğin, bu denli yakın bir askeri tehditle karşı karşıya olunduğu kabul edilecek olursa yapılacak ilk iş “silahlı kuvvetlerin” emir-komuta düzenini güçlendirmek, toplumu yeni tehditlere göre hazırlamak ve ekonomik anlamda gerekli önlemleri almaktır.
Oysa Türkiye’de tam tersi bir gidişat var. Hem Türkiye’nin tehdit altında olduğu söyleniyor hem de “bedelli askerlik” çıkarmaktan bahsediliyor. Hem bölgesel ve küresel güçlerin hedefi olduğumuz söyleniyor hem de ordunun emir-komuta zinciri güçlendirilmiyor. Hem içerden ve dışardan saldırı altında olduğumuz anlatılıyor hem de hala senden-benden denilerek toplum bölünmeye, kutuplaştırılmaya devam ediliyor. Yani söylenen sözle yapılanlar bir türlü uyuşmuyor.
Doğal olarak millet de bunca çelişkili söz ve eylem arasında “durumun vehametini” anlayamıyor. Örneğin yaklaşık 16 senedir, ordunun profesyonelleştirilmesi adı altında büyük bir kampanya yürütülüyor. Aynı anda askerlik süresi kısaltılmaya devam ediyor ve aynı zamanda da uzun dönem askerlerin “operasyonel görevlerde” kullanılması engelleniyor. Ve tüm bunlar “müthiş ilerici adımlarmış” gibi topluma anlatılıyor.
Zorunlu askerliğin bu topraklarda yarattığı olumlu etkileri anlatacak değilim. Sadece memleketin dört bir yanından insanların aynı çatı altında bir araya gelip, birbirlerini tanıması bile başlı başına bir faydadır. Ancak şunu hiç unutmamak gerekir: Türk Ordusu demek sadece Türk Silahlı Kuvvetleri demek değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin cari güvenlik ve savunma ihtiyaçlarını sağlamak için vardır. Ancak savaş halinde ihtiyaç duyulan asıl güç “milletin tamamının mücadele yeteneğidir”. Zaten Türk Ordusu da 7’den 70’e kadar milletin tamamının oluşturduğu büyük toplamdır. O halde soruna şöyle de yaklaşmalıyız; eğer asıl güç Türk Ordusu’ysa TSK dışında askeri yetenekleri yüksek bir topluma sahip miyiz?
Açıkçası bu soruya evet demek mümkün değil. Zira 16 yıldır “bedelli askerlik, kısalan askerlik süreleri” derken örneğin 90’lı yıllara göre çok daha geri durumdayız. 90’ların teknolojik olarak olumsuz koşullarında dahi yurdun dört bir yanında, komando taburlarında görev almış, gerçekten savaşmayı bilen on binlerce vatan evladı vardı. Bugünse “eline silah bile almamış” milyonlarca genç var her yerde. Peki ihtiyaç halinde, yani bir savaş durumunda ne olacak? Bizi sadece TSK mı koruyacak yoksa asıl ihtiyacımız olan “Büyük Türk Milleti” mi koruyacak vatanı?
Kanaatim odur ki on yıllardır Batı emperyalizminin temel hedefi hem Türk Silahlı Kuvvetleri hem de Türk Milletinin tamamının oluşturduğu Türk Ordusu’ydu. Ne yazık ki bunda başarılı da oldular. Hem TSK’yı, FETÖ gibi hainlerle güçten düşürdüler, hem de bedelli askerlikle, kısalan askerlik süresiyle beraber Türk Ordusunun gücünü azalttılar.
Bu anlamda parti isimlerinden bağımsız olarak gördüğümü söylemek istiyorum: Türkiye’de 2 tür parti var. 1)Türk Ordusunu güçlendirerek milletin bekasını korumaya çalışanlar. 2) Ne kadar anti-emperyalist sözler etseler de TSK’yı ve Türk Ordusu’nu güçten düşürmeye devam edenler.
Umuyorum ki, siyasiler bir an evvel tarihin nereye doğru aktığını görürler ve Türk Milletinin ilelebet bu topraklarda var olması için “güçlü bir ordunun” vazgeçilmez olduğunu anlarlar.