01 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Güle güle Selim Abi

Tuna Kiremitçi

Tuna Kiremitçi

Eski Yazar

A+ A-

Onunla hiç tanışmadık. Ortak tanıdıklarımızın sayısı da galiba bir elin parmaklarını geçmiyor.

Ama Selim Sesler bir “abi” idi gözümde, hem de bu kelimenin en hoş, en sıcak anlamıyla.

Ne zamandan beri? Onu Fatih Akın’ın “İstanbul Hatırası” belgeselinde izlediğimden beri.

Brenna MacCrimmon ile beraber “Penceresi Yola Karşı” türküsünü çalıp söylüyolardı. Kanadalı Brenna ile Keşanlı Selim, ortak bir ruhta buluşmuşlardı müziğin penceresinde.

En iyisi açın internetten o sahneyi bakın. İşin-gücün ortasında içiniz ısınır, ferahlarsınız.

Aslında müzisyen değildi belki de Selim Abi; müziğin ta kendisiydi. Klarnet çalmıyor, nağmelerle yaşıyordu.

Rumeli onun içindeydi, o da Rumeli’nin içinde. O, müzik ve Rumeli tek bir ruhun sacayakları. Missisipili siyahi blues trompetçileri gibi. İspanyol flamenko dansçıları, Anadolulu halk ozanları gibi.

Her dinleyişimde anladım ki müzik olmak müzisyen olmaktan çok ötede. Müzisyen olmasa bile müzik bir şekilde sürer.

Amerikalı olsaydı, Brooklynli bir Afro saksafoncu olurdu. Biz onu Paul Auster romanlarında okur, Jim Jarmush filmlerinde izlerdik.

Oysa memlekette pek çok kişi “Roman klarnetçi” olarak bildi Selim Abi’yi; tıpkı Balkanlı müzisyenler için ciddi referans olan Ciguli’yi “Roman akordeoncu” bildiğimiz gibi.

Sanatın egodan arınmış, saf ve komplekssiz halini temsil ediyordu. Onun için Keşan’daki bir düğünde çalmakla Babylon’da enteljansiyaya çalmak arasında fark yoktu.

Hakkında sempozyumlar düzenlenmemiş, Fatih Akın’ınkinden başka belgesel çekilmemiş, milli gurura dönüşmemişse, muhtemelen bu lobi eksikliğinden.

Gerçi Selim Abi’nin çok salladığını da sanmıyorum. Onun bulunduğu noktada böyle şeylerin önemi yoktur pek.

Selim Sesler gibi insanlar için kartvizitin değil, hayatın önemi var. Keşke hepimiz öyle olabilsek. Romancı, yönetmen, besteci, mimar, siyasetçi olmak bu kadar önem taşımasa.

Karıncalar kravatlarını takıp işe giderken dünyayı onlar için çekilir kılan, ağustosböceğiydi belki. Fazlasından hayır gelmeyeceğini bilecek kadar farkındaydı her şeyin.

Ne mutlu ki en azından bir döneminde hak ettiği ilgiyi ve takdiri gördü. Sonsuz boşlukta dönen, üzerinde debelenip durduğumuz şu taş parçasına hakiki güzellikler kattığı için.

Sonuçta, dünyadan bir Selim Sesler geçti. Eski Roma’lıların ölülerinin ardından dediği gibi; ölmedi, dolu dolu yaşadı aslında.

Uzaktan tanısanız da yakın hissedeceğiniz biriydi. Gücün ve şöhretin değil ahengin peşinden koştu; yakaladı da üstelik. Darısı, hepimizin başına.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları