Güncel bir oyun: 3.İmparatorluğun korku ve sefaleti
“Almanya, bizim vatanımız, iki milyon
gammazcının seksen milyonu gammazladığı
bir ülke durumuna getirildi, insan yaşamı da
bir duruşma haline sokuldu. Ve bu duruşmada
suçlu bulunan sadece insan oldu”i
Bertolt Brecht
Hindenburg, Hitler'i başbakan seçtikten bir ay sonra, 27 Şubat 1933'te, Weimar Cumhuriyeti'nin parlamento binası, Hitler'in gizli emriyle, Naziler tarafindan kundaklandı. Yapılan plana göre, bir taşla iki kuş vurulacaktır: kundaklama işi bir yandan solcular üzerine yıkılacak ve sol partiler kapatılacak, öke yandan bu olay fırsat bilinerek parlamentolu yönetime son verilecekti. Dev alevler parlamento binasının kubbesine yükselirken, bina ile birlikte kamu oyunu da yutuyor gibiydi. Her şeyden habersiz, bu işi gerçekten solcuların yaptığına inandırılmış kahverengi üniformalı, kollarında gamalı haç pazıbentli SA'lı gençler oradan oraya koşuşuyordu. Alman Cumhuriyetinin bir aylık başbakanı, vahşi bir zevkle bağırıyordu: “Bu tanrısal bir belirtidir! Şimdi artık sosyalistleri demir yumrukla yok etmemize kimse engel olamayacak!”ii, Evet, faşizmin o donemdeki en büyük engeli parlamento ortadan kaldırılıyordu. Führer'in yakın adamı, çelimsiz, sıçan suratlı, kurnaz bakışlı Goebels, bu yangını ‘sinyal ateşi’ olarak ilan ediyordu. Yıllar sonra Goebels'in anı defteri yayınlandığında, onun 31 Ocak 1933 tarihli sayfada şunları yazdığı görüldü: “Führer ile olan konuşmamızda solculara karşı açılacak mücadelenin ana hatlarını çizdik. Şimdilik doğrudan doğruya karşı tedbirler almaktan kaçınacağız. Darbe teşebbüsü bundan önce alevlenmelidir. Uygun bir anda darbemizi indireceğiz”iii. Bundan da anlaşılıyor ki «tanrısal belirti» ya da «sinyal ateşi» birkaç hafta önce tasarlanıp saptanmıştı.
Ertesi gün, 28 Şubat 1933 günü, Hitler hükümeti tarafindan bağımlı bir duruma getirilmiş radyo ve basın bütün gücüyle ’sinyal ateşi’ni anlatmaya başladı. “Bu kundaklama planı sosyal demokratlar da dahil olmak üzere, bütün sol cephenin bir işiydi...” Aynı gün yirminci yüzyılın en büyük yazarlanndan biri, ailesiyle birlikte Almanya'yı terketti. Bu Bertolt Brecht'ti.
5 Mart'ta yapılan seçimlere, halk, ürpertiler geçirerek katıldı. Zaten Hitler'in gençliği halkı çeşitli biçimlerde tehdit ediyor ve gözdağı vermeye çalışıyordu. Hitler partisi böylece oyların % 44 'ünü topladı. SA 'lar,”Bugün Almanya bizimdir, yarın bütün dünya bizim olacaktır”, haykırışları içinde sokaklardan geçiyorlardı. Hindenburg, 1934 yılının Ağustos ayında ölünce, Hitler, kendi partisinin desteklenmesinde büyük rolü olan tutucuları da bir kenara itti. Kısa bir süre sonra, kendi partisinden başka, bütün partileri yasa dışı ilan ederek, uzun bir süredir planladığı totaliter, ırkçı ve insanlık dışı eylemine girişti. 1935 yılında, Naziler, siyasal tekeli tamamen ellerine geçirdiler. Artık baskı ve fanatizmin adı ‘milliyetçilik’ olmuştu. Aristokrat ailelerin çocukları da SS olarak siyah üniformalarıyla, aldatılmış halk çocukları SA 'ları yönetiyor, onları kendi planlarına alet ediyordu. Böylece, insanları bir sürü durumuna getiren ve büyük kapitalistleri de yapısı içine alarak ülkeye egemen olan Naziler, parlamentoyu kundaklayarak sağladıkları ilk ‘sinyal ateşi’nden sonra, şimdi dünyayı ateşe vermeye hazırlanıyorlardı. Parlamento yangınım nasıl solcuların omuzlarma yıktılarsa, yaptıkları işkenceleri, öldürülen de başka ırkların omuzlarına yıkarak yürütmek istiyorlardı.
Bütün bunlar olurken, Brecht, Alman faşizmi kadar, İspanyol faşizmine ve çeşitli ülkelerdeki faşist uygulamalara karşı arka arkaya oyunlar yazıyordu. Ayrıca, ezgileriyle faşizmi yeriyor, güçlü bestecileri de yanına alarak mesajını ulaştırıyordu. Bu arada, onun, Alman faşizmini ele alan Yuvarlak Kafalar, Sivri Kafalar (1931/34), Carrar Ananın Silahları (1937) gibi yapıtları oynanıyordu. Bay Julius Caeser'ın İşleri (1937) adlı romanı ile de tutarlı eleştirisini keskin mizah ile getiriyordu. 21 Mayıs 1938'de Paris'te ilk temsili verilen III. İmparatorluğun korku ve Sefaleti'ni, Brecht, 1935 yılında yazmaya başlamıştı. Gözleriyle gördüğü olayları, gözlemlerini ve gazete haberlerini değerlendirerek çeşitli tablolar yazıyordu. Bu oyunu 1938 yılının başında bitirdi. Üç yıla yakın bir süre içinde, Brecht, otuzdan çok tablo yazmıştıiv. 1938 yılının Mayıs ayında, Paris 'te ilk kez uygulanan bu oyun, birçok tablo içinden seçilmiş sekiz tabloyu içeriyordu.
Oyunu sahneye Brecht koydu. Aynı yerde, daha önce Slatan Dudow, Carrar Ana'yı sahnelemişti. Bu iki oyun faşizmin içyüzünü gösteren ve seyredenleri faşizme karşı uyaran oyun dizisini ortaya çıkarıyordu. III. İmratorluğun Korku ve Sefaleti Fransa'da ve Almanya'yı çevreleyen öteki ülkelerde büyük ilgi gördü ve geniş ölçüde yazılar yazılmasını sağladıv. Oyunun müziği Hanns Eisler tarafindan bestelenmişti ve Helene Weigel gibi usta bir oyuncu tarafindan söyleniyordu.
Bu oyunun ilk adı Almanya - Bir Vahşet Masalı'ydıvi. Brecht'in, gerçek ve belgelenmiş olaylara dayanarak yazdığı tabloların masal olmadığını düşünerek bu adı sonradan değiştirmiş olması akla yakın geliyor. (Tablolar, çeşitli kurgu düzenlemeleri ile bir arada oynanabileceği gibi, kısa skeçler olarak da oynanabilir. Bunlar tiyatro öğrencileri için yararlı temrin parçalarıdır)vii. Bu tabloların yirmi yedisi Prag'daki Malik Yayınevi tarafından 1938'de basılmış ancak Hitler'in Çekoslovakya'yı işgali üzerine gerekli biçimde dağıtılamamıştırviii. Oyunun son biçimi, Brecht tarafından yirmi dört tablo olarak saptanmıştır. Bu oyunda, burjuvanın kayıtsızlığı ve korkuşu yüzünden gelişen faşizm ve faşizmin karşısına dikilen işçiler olumsuz – olumlu güçler olarak izlenir. Genel diyalektik çizgiyi izleyen tabloların her biri, tek tek olumlu-olumsuz çatışmasmı verirken, kişilerin çelişkilerim de soruna ışık tutacak biçimde göstermektedir. ‘Korku ve Sefalet’ sözcükleri oyunun genel görünümünün niteliklerim vareden iki önemli kavramı içermektedir. Brecht bu iki kavramla terketmek zorunda kaldığı vatanındaki faşizmi ve faşizmin sonuçlarım gerçekçi bir yoldan ışığa çıkarıyordu. Faşizmden çıkarı olanlar, düşünmeden faşizme hizmet edenler, korkudan oportünizmi sığınak gibi kullananlar ve bunların karşısındaki proleterya bu oyunun ana çatışmasını vareder. Brecht, bu oyunda, faşizmin dış görünüşteki gücünün ergeç yok olacak güçsüzlükten yeşerdiğim belirtmiştir.
Birer tek bölümlük oyun niteliğinde olan oyunun üç önemli tablosu, Tebeşir İşareti, Hak Arama ve Muhbir üç önemli yönelişi ve alanı kapsar.
Metinde oyunun 3. Tablosu olan Tebeşir İşareti, bir SA 'yı çelişkileri içinde gösterirken, onun işsiz bir emekçi ile olan karşıtlığım da ele alır. SA 'nın güçsüzlüğü ve aldatılmışlığı daha tablonun başında sergilenir. Bir hizmetçinin, bir ahçının ve bir şoförün seyirci olduğu bir para babasının villasındaki mutfağında SA acıklı güldürüsünü oynar. Hitler'i öven ve herkesin kendilerinden korktuğunu söyleyerek böbürlenen SA, tam lokmayı ağzına atacakken sorar: “Senin banker aniden mutfağa giriverir mi Anna? Böyle ağzımda lokma yayılmışım ha?” Bir yandan herkesi korkuttuğuna inanan SA, öbür yandan mutfakta yemek yerken ev sahibinin üzerine gelmesinden çekinmektedir. Bu çelişki SA 'nın aldatılmışlığını ve kendi sınıfına ihanetim ışığa çıkartmaktadır. Aynı acıklı tavır SA ile hizmetçi arasında geçen küçük bir olayda kesinlik kazanır. SA hizmetçinin sırtından geçinen bir asalaktır, hizmetçi Anna'nın kazandıklarım elinden almıştır “bizim paramız”, diye. Anna palto almak için yirmi Mark ister. SA bunun üzerine “kiminle kırıştırdın?” diyerek hizmetçiyi aşağılar. Hizmetçi kimseyle kırıştırmadığmı, ama yirmi Marka ihtiyacının olduğunu tekrarlar. SA zırnık kaptırmayacağını belirtir ve konuşma şöyle sürer:
“SA: Benim yeteri kadar masrafım var, zaten, Yalnız çizmelerim yirmi yedi Mark tuttu.
HİZMETÇİ: Çizmelerin parasmı onlar ödemedi mi?
SA: Evet, biz de öyle sanıyorduk. Onun için de en iyi cinsten, tozluğu olanından aldım. Ama sonra parayı ödettirdiler. Biz de çaresiz ödedik”.
Burada yine acı bir durum göze çarpıyor; yoksul halk çocuklarım toplayıp halka karşı sürenlerin ne kadar aldatıcı oldukları burada belirlenirken, SA 'nın yoksulluktan gelen fırsatçılığı ve bilgisizliğinden dolayı faka basması da konu edilmektedir. SA bedava diye en iyisinden bir çizme almış, ama sonra – Anna'nın emeğiyle kazandığı parasıyla – bunu ödemek zorunda kalmıştır.
Bu sahnenin belkemiği SA 'nın işçiyle olan konuşmasıdır. SA, sürekli işçiyi kışkırtıp onu suçlu diye suçlayarak üstlerinin gözüne girmeyi kurmakta ve işçiye oyunlar düzenlemeye çalışmaktadır. Ama işçi uzun yılların ezilmişliği içinde bilenmiş, tecrübe sahibi olmuş, böyle bir durumda nasıl davranılacağını bilen, zeki bir insandır. Bu sahnede, işçi, bir yandan Nazileri yerin dibine batırırken, öte yandan Hitler'e olan tiksintisini saklamayı da başarabilmektedir. İşçinin çocuksu ve aldatılmış SA ile konnuşmasındaki dolambaçlı tavır, onun dikkatli olmasını gerektiren korkusuyla karışıktır. Hatta, işç1 çıkarken ‘Heil Hitler!’ demeyi de ihmal etmez. Bu, her an ölümle burun buruna olan işçinin böyle durumlardaki taktiğini göstermektedir. Böylece, kışkırtma başarı kazanamamış, üstelik SA görünümüyle Nazilerin yöntemleri açıklanmıştır. Bu tabloda bilinçli işçinin korkusuyla, o ana kadar bir şeyin farkında olmayan, ama o sahnede durumu kavrayan başka bir emekçinin (hizmetçi) bilinçlenmesi diyalektik gelişimi getirir.
Oyunun 6. Tablosu olan Hak Arama yargıcın odasında geçer. Burada önemli bir yeri işgal eden bir aydının “bana bu işi bulaştırmamak için ne yapmalıyım”, düşüncesindeki korkusu, oportünizmi ve vicdansızlığı söz konuşu edilir. “Bela benim kapımı çalmasın”, anlayışıyla hareket etme alışkanlığı içinde olan yargıç, savcıyla olan şu konuşmasında satılmışlığının doruğuna çıkar: “Ben her şeye razıyım... Ama benden ne istediklerim de bilmeliyim. Kararım öyle de olur, böyle de olur... Tanrım bir bilsem...” Burada, yargıcın oportünizmi de yeterli değildir. Her iki yandan kıstırılmıştır ve korku içindedir: “Nasıl istiyorlarsa öyle karar veririm”, düşüncesi de artık onu kurtaracak bir sığmak değildir. Brecht, burada her şeye kafa sallayan aydın kesiminin ve bu kesimin anatomisinin bir özetini vermiştir.
Oyunun 10. tablosu Muhbir'de bir burjuva ailenin korkusu ele alınmıştır. Buradaki aydın türü biraz daha değişiktir. Bir okulda öğretmen olan kişi, faşizmin insanlık dışı eylemlerine düşüncelerinde karşı, ama korkudan hareketlerinde karşı olamamaktadır. Aslında namusludur ve haklıyı haksızı ayırdedebilecek kafa yapısına sahiptir. Ama tehlike olmasa. Faşizme karşı bir aile, üstelik aydın çevrelerin kişileri korkudan şöyle konuşurlar:
“ERKEK: Gamalı haçı taksam mı?
KADIN: İyi olur Karl.
(Adam gidip demir haçı alır ve titreyen elleriyle boynuna takar)
……………………
ERKEK : Ama okulda senin aleyhine bir şey yok değil mi?
KADIN : Nereden bileyim? Öğretilmesini istedikleri her şeyi öğretmeye hazırım, ama neyin öğretilmesini istiyorlar?... Bismarck'ın nasıl yorumlanmasını istediklerim ne bileyim? Yeni okul kitaplarım da hala çıkarmadılar...”
Burada öğretmenlik görevini yapan bir aydın, korkusundan karşı olduğu düşünceleri bile, öğretmeye razıdır. Ama neyi öğreteceğim bilemediği için daha da korkmaktadır. Bir kesekağıdı çukulata almaya giden oğullarının kendilerini ihbar edeceğinden korkarak bir an içinde, kendilerini bile yadsımaya gidebilecek bir paniğin içine düşmüş olan bu aile ‘korku ve sefalet’in başka bir kesitini açımlamaktadır.
Aydın burjuva kesitini ele alan Yahudi Kadın (9. Tablo) sahnesinde, burjuva iki yüzlülüğü ve yapay nezaketi ön plana alınmıştır. Burada, ‘ahlâk’,‘ülkü’ ve ‘insanlık’ sözcüklerini ağızlarından düşürmeyen birtakım kişilerin nasıl ahlakça yozlaşmış, manevi yönden çürümüş ve insanların yok edilişine seyirci kaldıkları gösterilmiştir. Ancak bu sahne yazarın tekniğine uymayan ve oyunda da yabancı duran bir bölümdür; çünkü burada Yahudi kadının psikolojisi, temel sorunun önüne alınmıştır; bu ise olayları ve sorunu psikolojisinin önüne koyan Brecht tekniği yönünden yadırgatıcıdır; zaten bunun için de oyunun en zayıf sahnesidir. Brecht, 'burada Yahudi Kadın'ın sınıfsal yapısından türetmek istediği için psikolojiyi ön plana almış olabilir; ama böyle de olsa öteki tablolar arasında epik tekniğe yabancı durmaktadır. Bu sahnede Judith Keith, bir telefon konuşması yoluyla kendi psikolojik durumunu açımlar. Onun bilinçsizliği ve olan bitenlere olan kayıtsızlığı (kendi Yahudi olduğu halde) bu psikolojik alanda verilmiştir.
Oyundaki kısa sahneler, ortaya konulan çelişkilerle temayı en kestirme yoldan destekler. Halk Birliği‘nde (1.Tablo) birahaneden sarhoş bir durumda çıkıp başarılarını konuşan SS 'lerin böbürlenmeleri ile korkularının çelişkisini; İhanet 'te (2.Tablo) komşularını Nazilere gammazlayan karı kocanın kahramanlıktan korkuya dönüşen görünüşlerini; Bataklık Askerleri 'nde (4.Tablo) devrimci güçlerin kendi içlerindeki anlaşmazlıkları, ama bir tehlike anında birleşmelerini; Halk Hizmeti' nde (5.Tablo) acı bir tersinleme ile ‘Alman halkına hizmetin’ sadizm üzerine kurulmuş kestini; Meslek Hastalığı 'nda (7.Tablo) işkenceyle boş bir çuval durumuna getirilmiş yaralıya doktorun kendini maskeler arkasında saklayarak alışkan bir tavırla yönelişini; Fizikçiler ‘de (8.Tablo) bilim adamlarının gerçeği bulma çabaları içinde korkudan gerçeği yadsımaları çelişkisini izleriz.
Kara Ayakkabılar’da (11.Tablo) ‘kış yardımı’nın göz boyayıcı niteliği ve buna karşı bir işçi kadın ile yetim çocuğunun korkusuzlukları dile getirilirken Zorunlu Çalışma‘ da (12.Tablo) Çalışma Kampında postal ve kuru ekmek karşılığında yoksullar çalışmaya zorunlu tutulur. Burada, bir öğrenci ile işçi yanyana getirilmiştir. Bu çalışma kampları isçi çavuşuna göre, “omuz omuza çalışıp sınıf farkını ortadan kaldırmak içindir”. Yine ona göre, “Führer çalışma kamplarında farklılık istememektedir”. Bundan hemen sonraki tablo İşçinin Saati adını taşıyor. Bu da Goebels 'in sonuçsuz propaganda oyununu açımlayan bir sahnedir, îşçi, mikrofon tutularak istenilen şeyleri söylemesi için zorlanır, ama gerçek işçinin sözlerinde bütün acısıyla yine ortadadır; onun için spiker durmadan Goebels 'in yorumunu araya sıkıştırarak bu zor işi savuşturmak ister. Brecht 'in dediği gibi, “Bunlar Goebels 'in borazanları, tutuyorlar mikrofonu güya – halkın nasırlı ellerine. Ama aslında ürküyorlar halktan. Ve mikrofonu ustura gibi tutuyorlar halkın dudağı ile gırtlağı arasında”.
İşçilerle ilgili sahnelerde (bunlar Tebeşir İşareti, Halk Hizmeti, Kara Ayakkabılar, İşçinin Saati (13.Tablo), Sandık (14.Tablo), Tahliye Edilen (15.Tablo), Kış Yardımı (16.Tablo), Köylü Domuzlara Yem Veriyor (18.Tablo), Son Öğüt (20.Tablo), İş Bulma (23.Tablo) ve Halk Oylaması (24.Tablo) işçilerin şu yada bu biçimde direnişlerim, ezilmelerini, sömürülmelerini ve yok edilmelerini gösterir. Brecht, oyununun yirmidört sahnesinin onbirini işçi sınıfının eylemine ve direnişine ayırmıştır. Bu direniş doruğunu son tablo oıan Halk Oylaması'nda bulur. Bu sahnede yazar, Hitler'in Viyana'ya girişinde halkın çılgınca kutlayışını, radyo başında bu kutlamayı dinleyen üç işçinin yalnızlığı ile karşıtlamıştır. Üç işçi bu yalnızlıklarında da güçlüdürler:
“Y. İŞÇÎ: Dinle, gerçekten halkın sesi gibi gelmiyor mu?
K. IŞÇÎ: Ne halkı? Avantadan bira bulmuş yirmibin sarhoş gibi geliyor bana.
G. İŞÇİ: Bunu gören bir biz kaldık gibi geliyor.
KADIN: Hayır, biz ve bizim gibiler”.
Bu konuşmadan sonra Kadın, idam edilen bir işçinin oğluna gönderdiği son mektubunu okur. Babası oğluna, “sınıfının yanında ol!” demektedir, îşçiler Halk Oylamasına ilişkin bildiriye bir tek sözcük yazarlar: “Hayır!”
İşçinin sağ duyuşu ve bilinçli tutumu ise Son Öğüt'te (20.Tablo) izlenir. Ölmek üzere olan Balıkçı başucuna gelmiş olan papaza barış üzerine sorular sormaktadır. Rahip ise, balıkçının SA oğlunun önünde gerçeği değil, konuşması gerektiği gibi konuşmaktadır. Ama balıkçıyı kandıramaz:
“BALIKÇI: Biliyoruz, hepsi dolandırıcı bunların. Ben kayığıma motor alamıyorum. Onlar uçakları için motor yapıyorlar. Savaş için, kan dökmek için... ve ben fırtınada karaya dönemiyorum, motorum olmadığı için. Bu dolandırıcılar, savaş çıkaracaklar.
(Yorgun arkasına yaslanır)”.
Brecht bu oyunda emekçi sınıfının yanında yer almış ve faşizmin korkusuna karşı durabilecek gücü bu sınıfta görmüştür. Öte yanda, Brecht 'in keskin bir yolda eleştirdiği burjuva yapısı içinde, oklarını en çok yönelttiği ‘omurgasız aydınlar ’dır. Brecht, Nazilerin iktidarda bulunduğu süre içinde acıyle izlediği en önemli şey, aydınların direnme gücünün eksikliği, rahatına düşkünlüğü ve vurdumduymazlığıydı. Aydınlarm bir kesimi ister işbirlikçi olsunlar ister olmasınlar, dolaylı bir şekilde faşizme hizmet etmişlerdi. Bunun için, Brecht bu oyunda ‘omurgasız aydınlar’a bütün gücüyle yüklenmiş onlarla alay ederek, bu olayda rol almaması gereken kişilerin acı dolu görünüşlerim ışığa çıkartmıştır.
Oyundaki Hak Arama, Meslek Hastalığı, Fizikçiler, Yahudi Kadın ve Muhbir tabloları onun aydınlara olan saldırışını keskin bir biçimde yürüttüğü sahnelerdir. Yargıç 'ın tutumu, Öğretmen, Fizik bilgilerine, doktora eş değerdedir. Yargıcın, “Neye karar vermem gerektiğim bir söyleseler, ona göre karar veririm”, deyişi öğretmenin, ”öğretilmesini istedikleri her şeyi öğretmeye hazırım” sözlerinin bir yankısıdır. Fizik bilginleri, Yahudi diye Einstein'ın adını ağızlarına alamazlar. Yahudi olan karısını bir daha dönmemek üzere gönderen başhekim ise, karısını sanki bir aylık bir geziye gönderir gibi durumun adını koyamaz. Hep sessizlik geçerlidir bu aydın tipinde. Aynı sessizliği işkenceden hurdahaş edilmiş işçiyi gören doktorun tutumunda da sezeriz. Bu yüz karartıcı ve insanı hınçlandırıcı bir sessizliktir. Bunların hiçbiri aydın olmanın görevini yapamaz. Korkudan panik durumundadırlar.
Brecht'in bütün- oyunlarında – özellikle 1930'dan sonra yazdığı oyunlarda olduğu gibi – ele aldığı sorunlarda öznellik ve idealizasyona gitme diye bir şey yoktur. Sorunları bütün olumlu ve olumsuz yönleriyle ele alırken, hiçbir oyun kişisini de idealleştirmez. Bu kişiler de kendi çelişkileri içinde yerlerini almışlardır. Brecht, emekçilerin yanındayım diye, onları yalnızca olumlu yanlarıyla göstermemiştir. Eğer gösterseydi bu hem onun diyalektik‘e, hem de dünya görüşüne ters düşerdi. Üstelik, burjuva tiyatrosunda ve anlayışmda görülen dogmalarla doğruyu, iyiyi ve kötüyü kategorik bir biçimde verme eğilimi, Brecht'in şiddetle karşı durduğu bir tutumdu. Brecht, dogmadan nefret ettiği için de, kuşkuyu, eleştiriyi, özü araştırmayı ve bilimsel eğilimi esas öğeler olarak sayar. Ona göre, toplumcu sanatçı, soruna tek yandan bakmayan, olumlu ile olumsuzu aynı anda görerek yarının bugünden doğmasını iş edinen kişidir. Toplumun değişkenliği Brecht'in tiyatrosunun çıkış noktasıdır. O, bu düşüncesini önce Diyalektiğe Övgü adlı şiirinde, sonra da Ana'da şöyle belirtir:
“Yaşıyorsan hala, deme hiçbir zaman: asla!
Kesin değildir, kesin olan.
Bu olanlar sürüp gitmez böyle
Gün bitmeden varolacak, olmaz dediklerin"ix.
Böylece, o, SA 'yı açımlarken, aynı zamanda onun aldatılmışlığım da vurgular. Öte yanda, işçiyi gösterirken korkusunu ve bu korkuyla «Heil Hitler!» demesini de belirtmekten kaçınmaz. Epik tiyatro kuramının temeli, seyirciyi sahnede gösterilecek olanlardan eleştirisel sonuçlar çıkartma yoluna götürmektir. Toplumsal gerçeği somut bir biçimde, yaşayan tablolar halinde canlandırmak, seyredeni bu gerçekler üzerinde düşünmeye ve yargı vermeye çekmek, onların bu yozlaşmış düzeni değiştirme doğrusuna eriştirmekx. Bu Brecht' in en içten hedefiydi.
i B. Brecht, ‘Furcht und Elend des ciritten Reiches: Zur Politik und Gesellschaft’, Gesammelte Werke, 20, Frank furt/Main 1967, ss. 24S-49
ii Ernst Fischer, Leipzig Duruşması, çev. N. Sel, istanbul 1967, s. 10.
iii A.g.y., s. 11.
iv Werner Mîttenzwei, Bertolt Brecht: Von der ‘Massnahme’ zu ‘Leben des Galilei’, Berlin 1962, s. 202.
v Walter Benjamin, Briefe, Frankfurt /Main 1955, s. 818.
vi John Willett, The Theatre ot Bertolt Brecht, New York 1964, s. 42.
vii Önleyici Çareler oyununun tabloları gibi, bu oyunun tabloları da ayrı ayrı birer temrin olarak kullanılabilir. Netekim, Almanya'da, sahne çalışmaları için bu tablolar sık sık çalısmalarımıza ışık tutardı.
viii Brecht, «Anmerkungen zu 'Frucht und Elend des drîtten Reiches', Stücke 3, Gcsammelte Werke 17, Frankfurt/Maîn 1967, s. 1187.
ix Brecht, Die Mutter, Stücke 2, Gesammeîte Werke. 16, s. 895.
x Brecht, ‘Schwriegkeiten des epischen Theaters’, Schriften zum Theater 1, s. 132; aynı zamanda bkz. Frankfurter Zeitung Literaturblatt. 27 Kasım 1927.