24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Güne, zamana dokunmak

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Joseph Roth ile başlıyor günüm. Buruk, ezgin bir yolculuk… İnsanın kendini gezgin kılması ruh ve duygu ivmesiyle başlar. İçinde biriktirdiği düş ve düşünce adacıkları ise bunun rüzgârının yönlerini belirler.
Şimdi, tam da yol seyrinde Roth’un “Çilekler” öyküsünü okurken hem bunu, hem sevdiklerimizle aramızdaki uzaklıkları, hem de insanın doğduğu yeri nasıl yazması gerektiğini düşündüm.
Ve defterimde üç ayrı sayfa açarak, aynı ânda üç ayrı başlıkta notlar düşmeye başladım bile: “gezgin ruh”, “uzaklıklar”, “insanın doğduğu yer”.
Bir im, bir imgeden yola çıkarak yazmaktan söz ederim sıklıkla; işte okuduğum öyküde de bunun bin bir sesini, rengini buldum demeliyim.
Okurken, daha ikinci paragrafta uğul uğul bir ses gelmeye başladı kulaklarıma.
Havaalanının en sessiz, koygun yerindeyim. O sesin zihnimdeki dolaşımına verdim kendimi bir süre.

“Benim doğduğum kentte o yıllarda on bir insan yaşardı,” diyordu Roth.
Hatırladığım o ezgiyle birlikte Cahit Külebi’nin şu dizelerini mırıldanmaya başladım bile:
“Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Öp biraz!”

Sonra doğduğum kentin sokaklarında, caddelerinde gezintiye çıktım bir ânda Roth ile… Düşünmeye başladım insanları nasıldı diye…
Kentimin rengi düştü aklıma önce. Gri, pusarık havasıyla karın yağdığı günlere döndüm. Bir kar kentiydi kentim. Evliya Çelebi dememiş miydi; “On bir ay kaldım, baharını görmedim,” diye.
Mevsimlerine, en çok da mevsimlerinin rengine, kokusuna, görüntülerine uzandım desem.
Düşünüyorum da ne çok yazmışım kentime dair. “Bir Kentin Solgun Yüzü: Erzurum” kitabımın dışında yazdıklarım, yenilerde tasarlayıp kotardığım: “Kavşakta Bir Kent”, hep o uzak/ayrı kalışların özlemiyle dile gelenlerin buluştuğu bir “kent kroniği”ne dönüştü adeta.

Doğduğum kentin insanları dedim… Ara ara gittiğimde karşıma çıkan simalar, görüşmek için gittiklerim, söze durduklarım aslında kentimin belleğini bana hatırlatanlardı. Dahası bunların arasında o belleğin taşıyıcıları da vardı. Ünlü ünsüz birçok insan çıkmıştı kentimden, oranın tarihine kültürüne iz düşüren.

Kentimin kabadayılarını yazarken, dayımın anlattığı “Darto Selâhattin”, haksızlığa tahammül edemeyen babamın kavgaya tutuştuğu “Gado Şeref”… Sonra çocukluğumun namlı kabadayısı “Bacak Oktay”… Ki yıllar sonra kendisiyle yüz yüze gelip konuştuğumda, artık karşımdaki tam bir İstanbul beyefendisiydi ve şu cümlesini hatırlatmıştı bana Yaşar Kemal’in: “O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler…”
Kentimi yazmak derken…

Akasya ağaçları geliyor en çok aklıma. Sonra mevsimi geldiğinde kokusuyla başımı döndüren iğde ağaçları… Huş ağacının ise adına ve görünümüne tutkundum… Sonra kentimin kargalarına…
Bir de beni şaşırtan, tam da kentin orta yerindeki hapishanesi… Bir biçimde gelip geçerdiniz o taş yapının yanından yöresinden. İçerideki insanlar düşerdi çocuk aklıma bazen. Sonra, buraya yakın Taş ambarlar… O upuzun taş duvarlarıyla bir kalebendi hatırlatırdı. Ve kentin orta yerindeki sinemalarını unutmam mümkün mü? Hayatın, belki de benim için asıl “okul”un başladığı yerdi bu sinemalar…

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları