Yandex
03 Mart 2025 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Güney Kıbrıs mı İsrail’e; İsrail mi Güney Kıbrıs’a güveniyor?

Halil Özsaraç

Halil Özsaraç

Gazete Yazarı

A+ A-

Fransa’nın Süveyş’te kanal inşası için imtiyaz alması üzerine, İngiliz Albay William Allen, 1855’te, kendi hükûmetine, Filistin toprakları üzerinde alternatif bir kanal açılmasını önerdi. Bu öneriyi benimseyen ve uzun süre kafa yoran İngiltere, aşırı borca düşen Mısır Hidivi’ne ait yüzde 44’lük Süveyş Kanalı hisselerini, bir el çabukluğuyla ele geçirmeyi başarınca, 1875’te, Filistin’de kanal açmaktan vazgeçti.

Mısır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine İsrailli yöneticiler, jeopolitik dezavantajın çözümü için yeni arayışlara yöneldiler. O dönemde ABD’de yayınlanan The Jewish Herald gazetesine atılan manşetten anladığımıza göre; ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail; Süveyş Kanalı’nın alternatifi olacak yeni bir kanalın inşası konusunu 1957’nin Mart ayından itibaren müzakerelere başladılar.

6 yıl süren jeolojik etütler sonrasında, 1963’te, ABD Hükûmeti, Necef Çölü’nü kat edecek ve Gazze’nin kuzey sınırına yakın bir güzergâhtan Doğu Akdeniz’e çıkış yapacak “Ben Gurion” isimli bir kanalı inşa etmeyi İsrail’e resmen teklif etti. Söz konusu kanalı, 520 adet nükleer bomba patlatarak açmayı öneren ABD, 575 milyar dolarlık astronomik giderin çoğunu üstlenmeyi bile önerdi. Gerçekte ABD, kanser vakaları katlanarak arttığı için Nevada Çölü’ndeki nükleer denemelerini sonlandırmak zorunda kalmış ve yeni nükleer denemeler için Necef Çölü’nü gözüne kestirmişti. Nükleer kirlenmeden İsraillilerin değil, Arapların etkileneceği konusundaki ABD ısrarlarına rağmen, bu riski göze alamayan İsrail, projeye onay vermedi.

Zaman içinde teknolojide yaşanan gelişmeler sayesinde, sert arazi yapısındaki Necef Çölü’nde nükleer patlatma gerekmeden ve çok daha düşük maliyetle kanal inşa edilebileceği anlaşılınca İsrail, içinde yaşadığı sabırsız kıpırdanmaları gizleyemez oldu. İsrail Kabinesi’nin 2012’de yaptığı “Ben Gurion Kanal Projesi” konulu toplantıda, “şartların uygun olacağı zamana kadar biraz daha beklenilmesi” kararı çıktı. Erteleme kararı için sunulan gerekçe “finansman zorlukları” olmakla beraber; asıl mesele “projeyi engelleyeceği düşünülen güvenlik endişeleri” idi…

BEN GURION KANALI’NIN ÖNÜNDEKİ PÜRÜZLERDEN KURTULMAYA ÇALIŞAN İSRAİL

Bir Trump projesi olan 13 Ağustos 2020 tarihli İbrahim Antlaşması’nı imzalayarak Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini normalleştiren İsrail, kanal projesi için biraz daha cesaretlenmişse de, Batı kamuoyunun tam desteğine de gereksinim duyuyordu. Bunun için kurulan tezgâh, 23 Mart 2021’de sonuç verdi ve Ever Given isimli bir Tayvan konteyner gemisi, kaza süsü ile Süveyş Kanalı’nda karaya oturunca Kızıldeniz-Doğu Akdeniz bağlantısı 6 gün süreyle kapandı. Bu olaydan sonra, uluslararası deniz nakliye şirketleri, Süveyş Kanalı’nın 6 gün kapalı kalmasının kendilerini 10 milyar dolarlık zarara uğrattığını söyleyerek Kızıldeniz-Doğu Akdeniz arasında Süveyş’e alternatif bir kanal istediklerini dile getirdiler. Batı kamuoyu, ustaca hazırlanmıştı ve müstakbel “Ben Gurion Kanalı” için alan açılmıştı. Nihayet İsrail, Süveyş Kanalı’nın alternatifi olarak çift yönlü bir kanal projesinin zaten elinin altında hazır beklediğini ve 5 Haziran 2021’den itibaren inşasına başlayabilecek durumda olduğunu bildirdi.

Ben Gurion Kanalı’nın inşasına başlanmadan önce, kanalın geçeceği güzergâhın “tam güvenliği”nin sağlanması, en kritik meseleydi. İsrail, öncelikle, müstakbel kanala saldırma olasılığı en yüksek tehdit durumundaki HAMAS’I etkisizleştirmeliydi. Kendisine saldırı hazırlığı yapıldığını anlayan HAMAS, 7 Ekim 2023’de sürpriz bir taarruz ile ön alıp çok sayıda rehineyi Gazze’ye götürünce, İsrail aradığı bahaneye kavuşmuş oldu. O tarihten bu yana İsrail, emperyalist Batı’nın desteğiyle, Gazze’deki yaşam alanlarını ağır bombardıman ile yıktı ve Gazzeli Filistinlileri Mısır’a doğru süpürmeye çalıştı. İsrail’in öncelikli hedefleri, Gazze’yi insansızlaştırmak, eğer bunu başaramaz ise HAMAS’I Gazze’yi yeniden inşa etmekten başka bir hedefle ilgilenemez noktaya getirmek idi. Bu hedeflerden ikincisini garantileyen İsrail, bu defa Lübnan Hizbullah’ını Ben Gurion Kanalı inşasına tehdit olmaktan çıkarmak amacıyla, önce Hizbullah’ın lider kadrolarını hedef alan nokta operasyonlara girişti; son olarak da, 1 Ekim 2024’ten itibaren Güney Lübnan’ı işgal etti. Arkasından Esat rejiminin bir çırpıda devrilmesi üzerine İsrail, 8 Aralık 2024’te Golan’ı tümüyle işgal ettiği gibi, gardı düşen Suriye’nin tüm askerî altyapısını da denizden ve havadan yaptığı nokta atışları ile imha etti. Tüm bu bölgelerde inisiyatifi ele geçiren İsrail’in saldırgan tutumunu devam ettireceğini görmek için, sanıyorum kâhin olmaya gerek yok.

2025 başında, hem kuzeyden hem de güneyden emniyetini sağlayan İsrail’in “yeni bir suyolu kanalı ile jeopolitik güç kazanma” hedefinin önünde, Doğu Akdeniz’in güçlü, ama Batı ile işbirliği eğilimindeki hükûmetlerce yönetilen Türkiye ve Mısır’dan başka engel kalmadı. Batı dünyasının, son 10-15 yıldır, Türkiye, Mısır ve İsrail’in tam ortasında duran Kıbrıs’ın güneyine silah yığması, çoğu kimse tarafından Doğu Akdeniz’in hidrokarbon yatakları, birkaç Rus savaş gemisinin varlığı veya İsrail’in sınır güvenliği gibi gerekçelerle ilişkilendirilmeye çalışıldı. Bence bu kadar gürültü patırtı; “gelecek 10-30 yıl içinde” emperyalizmin İsrail’de inşa edeceği ve vızır vızır işleteceği alternatif su yolu projesi için kopuyor. Önümüzdeki kısa vadeli dönemde, İsrail’in “Yap-İşlet-Devret” formülü ile “Ben Gurion Kanal Projesi” ihalesine çıkması ve ihaleyi Amerikan, İngiliz ve Fransız ağırlıklı çokuluslu şirketlerin oluşturacağı bir konsorsiyumun kazanması beni şaşırtmayacaktır.

Kızıldeniz’den Doğu Akdeniz’e geçen ticaret hacminin 2050’de günümüzün 2-3 katına ulaşacağını, yani Süveyş’in kapasitesini aşacağını iddia eden Batı kaynaklı raporlar, Mısır’ı uyutarak sakinleştirme maksadına hizmet etmektedirler. Mısır’ın gücünü tüketecek cinsten bir jeopolitik depremin başlamak üzere olduğunu henüz anlayamadığı böylesi bir ortamda, birkaç gün önce, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail’in Yunanistan’dan bile daha güvenilir bir müttefik olduğunu açıklamış olmasını yadırgamamak lazım…

Geçen hafta Perşembe günü Aydınlık’ta yayınlanan yazımda, Güney Kıbrıs’taki aşırıya kaçan emperyalist askerî üslenme hazırlıkları ile Avrasya Güney Deniz Ticaret Yolu ilişkisinden de bahsetmiştim. Geçen haftadan bu yana yazılarımı özetlersem; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi; “Ortadoğu’da büyük bir savaşın tetikleyicisi olabilecek” Ben Gurion Kanal Projesi’ni savunma hazırlığı yapan emperyalist Batı’ya yataklık yapmaktadır. Tüm bunlardan şu sonuç çıkar: İsrail’in Güney Kıbrıs’a verebileceği savunma desteğinden ziyade, emperyalist Batı’nın Güney Kıbrıs üzerinden İsrail’e vereceği askerî desteği ciddiye almak lazım… Türkiye ve Mısır başta olmak üzere tüm Batı Asya devletleri, emperyalist karartmaların peşinden sürüklenmeyi bırakmalı ve Güney Kıbrıs üzerinden oynanacak bu oyunu bozmak için acele etmelidir. Gerçekten de fazla zaman kalmadı…

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi İsrail