22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Güvercin mi hava mı?

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Spinoza; özgürlüğü bilincine varılmış zorunluluk olarak tanımladığı gün, insana kendini doğa ve tarih karşısında yanılsamalardan arındırma olasılığını da tanımıştı. Tarih boyunca edinilmiş evrensel birikimi bütünlüklü bir kavrayışla yüklenip köle ve efendi diyalektiğine taşıyan Hegel, köleyi zorunluluğun farkında oluşuyla özgürleşmeyi hakkeden varlık olarak yorumlar. Marx’a göre bütün tarihin bir kesitini oluşturan bugünkü insan, verili koşulların yasalarını aşma bilinciyle eyleme geçtiği oranda yaşamda özne olmayı başarır. Nesnel koşullar öznenin dışında vardır; varlık bize bağlı değildir, ama biz varlıkla ilişkimizde arılardan, örümcek ve karıncalardan farklı olarak içgüdüsel yetiyi aşan, yinelemeyle sınırlı olmayan, sürekli kendini ve nesnel koşulları toplumsal ilişkiler içinde yenileyen, işi ve ilişkileriyle varoluşunu yeniden üreten varlıklarız.

NESNE VE ÖZNE DİYALEKTİĞİ

Doğu Perinçek, nicedir, “Gerçek şu ki Türkiye Sayın Erdoğan’ı yönetiyor” derken, doğal olduğu kadar, toplumsal ve tarihsel bir süreci ve olguyu belirtiyor. Sait Halim Paşa, bunun bir benzerini II. Abdülhamit için söylemişti: “Osmanlının içinde bulunduğu koşullar mutlaka bir Abdülhamit doğuracaktı.”

Kim söylemiş olursa olsun, tarihin yasaları gereğince önderin konumunun ülke koşullarınca belirlendiği gerçeği vurgulanıyorsa, bu, materyalist bir yaklaşımı anlatır. Ancak tam da burada olguyu nesnel koşullara rıza düzeyinde değerlendirecek olursak, bu, bir tür yazgıcılığa boyun eğmek anlamına gelecektir. Belirleyici niteliğini yitirmiş, nesnenin zorladığı yönde tutum izleyen bir öznenin yanılgıları ve yenilgileri yinelemekten öte geçemeyeceği, tarihin kendisini sürekli yinelemesinin de art arda trajedi ve komikliklerle sonuçlanacağı aşikâr...

ÖZNESİZ BİR SÜREÇ Mİ?

Bu soruyu bir önceki yazıda (https://www.aydinlik.com.tr/oznesiz-surec-mi-seyyit-nezir-kose-yazilari-temmuz2019) yine sormuştuk. Çünkü -ve de ne yazık ki- 1940’ların ortalarından beri, anafora yakalanmış mantar misali, iç ve dış koşullarca kısır döngülere sokulmuş olan Türkiye, nesne ve özne diyalektiğinden yoksundur. Başka deyişle, verili koşullardan aldığını üretken ve dönüştürücü bir yapılanmaya taşıma yeteneğini yitirmiş önderlerin toplumla etkileşimi çaresizlikler sarmalında kördüğüme dönmüştür. Kimi olumlu yönelişler de bu sarmalın güven vermeyen doğasını bire bir yansıttığı için toplum tarihsel reflekslerinin bile felç olduğu bir süreçte beklemeye yazgılı kılınıyor.

Ülke öznesini tartışıyorsa, tüm aydınlar, tartışmayı münazara ve kavgaya dönüştürmeden sürdürmekle yükümlüdür. Kanatlarının hareketini engellediği için havaya öfkeli güvercinin gülünç reddiyesine düşmeksizin hava basıncının aynı zamanda kaldırma gücü olduğunu bilerek olaylara yönelmek gerekiyor.

MARX’A TAHRİFAT MI?

Bir düzeltme: Evvel emirde şu kadarını söyleyeyim ki, adlarla ve kişililiklerle uğraşmak, kimseye hayır getirmemiştir; benimse maskaralıkla uğraşmaya vaktim olmamıştır. Ama hakikati çarpıtmaya hiç katlanamadığım doğrudur.

Twitle üfürme alışkanlığını entelektüellik sanmak, kişiyi bir anlık histeriyle hafifliklere düşürebilir. Şu cümlesindeki gibi: “Karl Marx, ‘Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i’i eserinde, ‘Bazı tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yaşanır; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak’ demişti.”

İlk gençlik yıllarımda okuduğum kitabına (çev.: Ahmet Acar, İzlem Y., 1967) aslında şu cümlelerle giriyor Marx: “Hegel, bütün büyük tarihsel olay ve kişilerin iki kez ortaya çıktığını söyler bir yerde. Fakat şunu eklemeyi unutmuştur: ilk kez trajedi, ikinci kez komedi olarak...”

Muhterem, “kişilerin yaşanması” diye, dil dışı bir söylem uydurmakla kalmayıp cümleden Hegel’in adını silerek sözün Marx’a ait olduğunu üfürmüş. Yetmedi, “bütün büyük” niteleme sıfatına, “bazı” belgisiz sıfatını ikame ederek sözü ikinci kez tahrife yeltenmiş. Dahası var: kendi kendiyle girdiği münazarada, koca diyalektik yöntemi Marx’ın Hegel’den öğrendiği (bkz.: Kapital’in Önsözü) gerçeğini de güme götürmüş.

Takvimden bir yaprak: Tarihte hem trajedi hem komedi olarak yaşanan her büyük olay sıra dışıdır... Bazı üfürükten tayyarelerinkiyse hep maskaralık...