Güzel insan Şostakoviç...
25 Eylül 1906, Petersburg’da doğdu. Kimi Batılı komünist bilir onu, kimi Rus burjuva... Gençliğinde, sessiz filmlere eşlik etti piyanosuyla. Henüz yirmisinde değilken bestelediği ilk senfoni Avrupa klasik müziğini sarstı. SSCB’nin kültürel reklamında pay sahibiydi. 1927, Ekim Devrimi’nin onuncu yılı şerefine denenmemiş müzikal formlarıyla devrim diye haykıran ikinci senfoni geldi sonra; derken 1929’da, 1 Mayıs temalı üçüncü senfoni.
1934’te Gazi Paşa, memleketimize davet etti. İzmir’de türkü dinledi, Ankara’da konservatuar arşivinde çok sayıda türkünün notasına göz gezdirdi. İstanbul’da Pera Palas’ta kaldı. İyi ağırlandığını söyler. Bir buçuk ayda yirmi üç konser verdi. Salonlarda sanata olan saygıyı hissettik, diye ekler.
Aynı yıl Petersburg’da Mtysenkli Lady Macbeth adlı eserinin galası yapıldı. Bu, Nikolay Leskov’un aynı adlı öyküsünden uyarlama dört perdelik bir operaydı. (Leskov, Dostoyevski’lerin, Tolstoy’ların döneminde yazdı; Tolstoy, Dostoyevski ile karşılaştırır beyefendiyi). Mtysenkli’nin konusu, kocasının işçisine âşık bir kadındır. Temsil, devlet tarafından hoş karşılanmadı. Hatta Pravda’da Müzik Değil Karmaşa başlığıyla anonim bir makale yayımlandı ki oyunu yarısında terk eden Stalin’in yazdığı söylenir. Eser, sosyalist gerçekçilikle uyuşmadığı için ahlaksızlık ve formalizmle suçlandı; ardından otuz yıl kadar boykot edilecekti. Madem öyle, alın bakalım, istediğiniz olsun diyerek 1937’de gayet klasik beşinci senfoniyle gerekeni(!) yaptı. Bilmem özür mü, özeleştiri mi? Fakat o bahar, eseri yazarken Stalin’e suikast suçlamasıyla tutuklanan Tukaçevski ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle sorgulandı.
***
Zizek anlatır bus orguyu, bilemem ne kadar doğru: Sorgucu Zançevski; suikastçıyla bağlantım yok diyen besteciye şöyle der: “Pekala, bugün cumartesi... Şimdi git. Sana pazartesiye kadar izin. O gün itibariyle her şeyi hatırlayacaksın.” Berbat bir haftasonu geçirir. Ne söyleyeceğini düşünür. Nihayet pazartesi, tutuklanmaya hazır olarak karargâha gider. Zançevski yoktur çünkü o da casusluk gerekçesiyle tutuklanmıştır...
İkinci Dünya Savaşı ortalarına kadar Leningrad Konservatuarı’nda öğretmenlik. Savaş halk sağlığı sorunu mu bilemem ama memleket elden gidiyor, diyerek Kızılordu’ya başvurdu. Reddedilince Vatan Müdafaa Birlikleri’ne kaydoldu. Barikat kurma, yol düzenleme, siper kazma... Sonra itfaiyecilik. Dinlenme aralarında cebinden kâğıt kalemini çıkarıp alevler, kapkara dumanlar, insan çığlıkları, megafonlar, silah sesleri arasında Leningrad Senfonisi’ni yazdı. Yangınlar arasında.
Merkez Komitesi müzik bölümü üyesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında komutan, nefesli çalgılar topluluğu bestecisi, müzikolog Pavel Apostolov işkencesi başladı sonra. Besteci, bu adam için şöyle der: “Kır bir atın üzerinde içeri girdi ve müziği yok etti.” İşte Apostolov’un da içinde bulunduğu komite, 1948’de besteciyi sanatı konusundaki günahlarını itirafa zorlayıp intiharın eşiğine getirdi. Stalin 1953’te ölüncebiraz rahatladı. Bu ölüm üzerine Nâzım’ın yazdığı şiiri de bir bulup okuyuver ey okur. Besteci bir sene sonra halk sanatçısı unvanı aldı.
1964’te, Nâzım’ın Şeyh Bedreddin Destanı’nı andıran, Yevtuşenko’nun Stenka Razin’in İdamı’nı besteler ki şaheserdir. “O ak duvarlı başkentte, Moskova’da, bir hırsız koşuyor, elinde haşhaşlı ekmek, sokağın aşağısında...”1966’da toplumcu emek kahramanıdır ve ülkesini yurtdışında temsil yetkisi kazanır.
***
Doğru mu bilmem. Posta servisinin düzgün işlediğini kontrol için düzenli kart atarmış kendisine. Çalışma masasının camı altında iki resim: Biri kendisinin Beethoven Dörtlüsü ile, diğeri büyük boy portresi Stravinski’nin. NY Times, 1983’te yazmış: Çinli nörolog Dajue Wang, bestecinin beyninin sol ventrikülünde, işitsel lobu baskılayan metal bir parça olduğunu belirtmiş. Üstat, parçanın çıkarılmasına razı gelmemiş. Zira, her eğişte, kafasının içinde müzik duyarmış. Böyleyse büyüleyici... Değilse de öyle.
Alman dilinde Dmitri Schostakowitsch derler. Adının birinci, soyadının da ilk üç harfini al D-SCH çıkar. Tüm notalarını böyle imzalamıştır. Zira bu D, S, C ve H harfleri Alman sisteminde re, mi bemol, do ve si sesleridir... Duyuldu mu kolay unutulmaz bir melodi. Özellikle 8. Yaylı Dörtlüsü (ilk bölümü savaşta ölen çocuklara yakılmış ağıttır), 10. Senfoni ve 1. Keman Konçertosu’nda bu imzayı epeyce kullanır.
Bestecimizi çok sevdiği için, Eyes Wide Shut’ta yönetmen babamız Stanley Kubrick, iki numaralı caz süitini, o muhteşem eseri kullandı. Sinema deyince, Stalin dönemi Rus sinema yapıtlarının çoğunda zaten bestecinin müzikleri kullanılmıştır. Avrupa’nın orta yerinde, bu büyük usta bu sayede fark edilir biraz da...
Bir Sovyet Sanatçısı Olarak Tarihe Tanıklığım diye kitabı var. 1926 - 1975 arasında çeşitli dergi gazete yazılarını, notlarını ve konuşmalarını içermekte. Duvar yıkıldıktan sonra gırtlağına kadar berbatlığa, vasatlığa boğulan, adına “modern” denen o “birey”e inat, Şostakoviç bize burada has sanatı anlatıyor; devrimci sanatı, yeni insanı, soylu fedakârlık duygusunu. Üstelik bu kitapta, sistematik propaganda ve yalanla, kendisine anti-komünist diyenlere karşı vatansever Rus komünisti kimliğini nasıl onurla taşıdığı, piyano çalan parmakların kaleminden okunabilir. Times dergisi, adamcağızı 1942’de boşuna kapak yapmadı; Batılı sana bir şey yapacaksa, bunu neden yaptığını oturup bir değil, beş kez düşünmeli. Batıyla bir şeyler yapmadan duramayanları da tabii.
Unutmadan! Stalin beğenmemiş olabilir de bestecimizin, üç adet Lenin Nişanı vardır. Müzikli haftalar!